Kasım 20, 2010

Melis Danişmend - Bin Doz Öfke

Üçnoktabir'den tanıdığımız Melis Danişmend grubun dağılmasının ardından solo albüm yaparak sesini daha da öne çıkarmış. Albüm piyano ve akustik gitar ağırlıklı olmakla beraber tüm söz ve müzikler kendisine ait. Albüm adı DAHA AZ RENK. İlk video klibi ve sözlerine bayıldığım şarkısını paylaşmak istedim :))

Frederic Chopin - Nocturne For Violin And Piano

Eski filmlerden bir sahne gelir aklıma...

Chopin - Nocturne For Violin And Piano .mp3

Kasım 19, 2010

Aslı Erdoğan - Köşe Yazıları

Köşe yazıları

Gece treni / 17.07.2010

İlk cümle. Her şeyi başlatan cümle. Karanlıkta duyulan, belli belirsiz yankılanan, bir sır fısıldarcasına gelip beni bulan... Birdenbire, sanki içten gelen bir patlamayla tutuşan, suskun, sırsız gecede alevler içinde kalan sözcükler... Yanarak düşen insanların dünyasına... Teker teker sönen, küle ve kabuğa dönüşen, rüzgâra dağılan sözcükler... Yer yokmuşçasına onlara insanların gecesinde...
Hayatta başına gelebilecek en korkunç şey, bir sevdiğinin kaybolması demişti. Bir yandan sağ olduğunu umarsın, beklersin, günlerce, yıllarca beklersin. Ama aslında bilirsin.
Bir istasyon kahvesindeyiz, son treni bekliyoruz. Yağmur bir başlayıp bir kesiliyor. Tentenin altındaki bütün masalar kapılmış, peçeteyle kuruladığımız sandalyelere oturmuşuz.
(Haftalar sonra, açık pencerenin önündeyim. Geceden kalma hantal bir gölge gibi, gözlerim boşluğa, kendi geçmişime dikili. Söylenenle söylenmeyenin, olmuş bitmişle hiç bitmeyenin muğlak sınırında bekliyorum. Kabaran korkularım, telve gibi tel tel olmuş, soğumuş, acılaşmış duygularım, kül kokan parmaklarımla bir sözcük, bir sözcük daha dileniyorum suskunluğundan dünyanın. Belleğin bomboş odalarına açılan upuzun, ıssız bir koridorda durmuş, çağrılmadan girmeyi bekliyorum kendi hikâyeme. Satırları hızla silinen, eğreti, çatısız hikâyeme...)
—Gerçek bir trajediydi ve bu trajediyi sonuna dek yaşadığım için neredeyse minnet duydum hayata. Benim için en korkunç şeyler, korkunç diye tanımlayamadıklarımdı. Nedenini bir türlü anlamadığım kötülükler, zorbalıklar, arkadan vurmalar... Fare gibi yerler insanın ruhunu, tadına bile bakmadan. Sırf yemiş olmak için, ruhunla yapacak daha iyi bir şey bulamadıkları için... Oysa yas, bazen çözülüp dağılmaktan korur insanı, bir mumyayı bir arada tutan sargılar gibi.
Gözlerim masaya, sanki ısrarla aradağım kendi yansımama dikili, konuştukça konuşuyorum. Neredeyse soluk bile almadan, bir karşılık, bir itiraz, bir teselli için fırsat tanımadan... Kahvenin ışıkları söndürülmüş, boş fincanları çoktandır kimse kaldırmıyor.
Bir Orta Avrupa kentinde cumartesi gecesi. Hazırlığı aylar süren festival, Ayrımcılığa Karşı Müzik Festivali, saatler önce başlamış, yağmura rağmen bütün hızıyla sürüyor. Kalabalıklar, ezgiler, bağırışlar, kahkahalar... Dört yandan gelen reggae, rock ritmleri... Birer kahve daha içelim mi?Masayı kaplamış fincanlara, sigara paketlerine, boyunluğa ve bastona iri damlalar düşüyor.
Girişinde iki devasa saatin, yeşil kanatlı meleklerin olduğu istasyon hareketli bu gece. Taşkın, coşkulu, gürültücü gençler alanı doldurmuş. Oysa kahvede oturmuş, sessizce içenlerin hemen hepsi yalnız. Karanlıkta daha da yalnız, sır dolu görünüyorlar. Giderek daha uzun, cüretkâr bakıyorlar birbirlerine, herhangi bir beklentiden çok sitem yüklü bakışları, içten içe yansa da, kalın bir buz tabakasıyla kaplı.
Festival sürüyor, uyku tutmuyor kenti. Yağmur bir başlayıp bir kesiliyor. İki kadın bir istasyon kahvesindeyiz. Çok sevdiğim biri vardı diyorum, çıkarıp masaya yüreğimi koyuyorum, kuşlar konuşurdu onunla.Bir sigara yakıyor, yüzü bir anlığına aydınlanıyor, sonra tekrar karanlığa gömülüyor. Kız kardeşim İzmir'de kaybolduğunda daha 22 yaşındaydı.Küllükler yağmur suyuyla doluyor, iki çırılçıplak yürek durmamacasına kanıyor.
Gece trenine birkaç dakika kalmış, o bastonuna dayanıyor, ben boyunluğumu takıyorum, hızla perona yürüyoruz. İçkili birkaç genç laf atıyor, şaşırarak yüzüne bakıyorum, kahkahalarla gülüyoruz.
Az sonra, boyunluklu kadın arkadaşını geçirip tek başına dışarı çıkacak. İki devasa saatin, taştan meleklerin arasında, yağmurun altında kıpırdamadan duracak. Bu kez ışık vuracak yüzüne ve aynı gençler suskunlaşacak. Belki yaşını, belki boyunluğunu, belki ağlamış olduğunu ilk kez fark ettiklerinden...


Köşe Yazıları

Gece treni (2) / 19.07.2010

Baştan başlayalım. İlk cümle. Her şeyi başlatan cümle. Karanlıkta duyulan, belli belirsiz yankılanan, bir sır fısıldarcasına gelip beni bulan. Sanki içten gelen bir parlamayla tutuşan, sınırsız, sırsız gecede ansızın alev alan sözcükler. Alevler içinde düşen insanların dünyasına. Teker teker sessizce sönen, küle ve kabuğa dönüşen, bu dünyanın gecesinde, rüzgâra dağılan sözcükler.
Hayatta başına gelebilecek en korkunç şey bir sevdiğinin kaybolması,demişti. Her gün, her an çıkıp gelmesini beklersin, her yerde ondan bir işaret ararsın. Beklersin. Ararsın. Beklersin. Aslında ne başı, ne de sonu vardır bir hikâyenin. Ne yazık ki, şükür ki, hayatı hikâyelendirmeden anlatmak hemen hemen mümkün değil. Yer: Bir Orta Avrupa kenti. İstasyon. Cumartesi gecesi. Ayrımcılığa Karşı Müzik Festivali saatlerdir sürüyor. Kişiler: Kırklarında iki kadın. Biri uzunca,zayıf, boyunluklu. Yabani, ısrarlı, umutsuz bakışları en belirgin özelliği. Diğeri uzun kıvırcık saçlı, ufak tefek ama kol ve boyun kasları dikkat çekiyor. Ateş gibi yanan gözleri, ani, amansız, coşkulu kahkahası en belirgin özellikleri. Ondört ameliyattan sonra bastonla yürüyor.
Her kentin bir karnavalı olsa. Maskelerimizi takıp sokaklara dökülsek, hep birlikte çığlık
çığlığa dans etsek. Ölüleri çağırsak aramıza, ölü kılığında yeniden doğsak!
Bir başlayıp bir kesilen yağmura rağmen festival bütün hızıyla sürüyor, kenti uyku tutmuyor. Taşkın kalabalıklar, bağırışlar, ezgiler, kahkahalar. İç içe geçen ritimler. Afrika davulları. Bir istasyon kahvesinde, gece trenini bekliyoruz. Tentenin altındaki yerler kapılmış, sandalyelerini peçeteyle kuruladığımız ıslak, kirli bir masaya oturmuşuz.
Kız kardeşim kaybolduğunda daha 22 yaşındaydı. Öğrenemedim, nerede, dağda mı, nasıl? Mezarı nerede?
Ben bilmek istemezdim. Çünkü ancak böyle her an gidebilirim onun yanına. Yaşayanlar, bu dünyadakiler bana git! dediğinde, gidiyor, her şeyi bağışlamışçasına geri dönüyorum. Bağışlamayı öğrenmek için gidiyorum ölülerin yanına.
Çoktandır kimsenin el sürmediği fincanlara, masadaki öteberinin arasına gizlenmeye çalışan kemik beyazlığındaki bastonla boyunluğun üzerine iri, ağır damlalar düşüyor. Küllükler yağmur suyuyla dolup taşıyor. Çok sevdiğim biri vardı, kuşlar konuşurdu onunla diyorum, çıkarıp masaya yüreğimi koyuyorum. (Korkutucudur çıplak,kan içinde bir yürek, kimseden bekleyemezsin onu avuçlarına almasını.) Uğruna yaşanacak hiçbir şey yok mu bu dünyada? diye yazmıştı kız kardeşim son mektubunda. Yoksa ben mi bulamadım?
Baştan başlayalım. İlk cümle. Ben ayrımcılığı bilirim. Kürdüm, Kızılbaşım, kadınım. Engelliyim.Sanki bir maşayı uzatıp ateşin içinden alıyor sözcüklerini, gecede alev alev yanmaya, küle ve kabuğa dönüşmeye bırakıyor.
Göçmensin üstelik, diye ekliyorum, neredeyse acımasızca. Böylesine yalın, kesin ve tam, sonsuzca anlamlı sözcükleri ironiye sığınmadan söyleyemem. Ben de kadınım. Yoksulum, yalnızım, yorgunum, yazarım. Biraz göçmen, biraz engelli sayılırım. (Sözcüklerden beceriksizce bir çelenk yapmaya çalışıyorum, kendim için değil, sanırım onun için. Belki yağmurun altında, bizden bile uzaklarda kendi başlarına atmaya devam eden iki yorgun yürek için. Durmamacasına atan, yalnızca hayat adına yaralarını, umutlarını onaran) Ama en kötüsü kadın olmak, değil mi? İlk kez gülüyoruz. Vahşi, coşkulu, taşkın kahkahalar.
Gece trenine birkaç dakika kalmış, bastonuna dayanıyor, hızla perona yürüyoruz. Birkaç genç laf atıyor, şaşırıyor, şaşkınlığımıza gülüyoruz. Az sonra, boyunluklu kadın arkadaşını geçirip tek başına dışarı çıkacak, iri, ağır damlaların altında kıpırdamadan duracak. Bu kez ışık vuracak yüzüne, aynı gençler suskunlaşacak. Ağlamış olduğunu fark edecekler.
Ben Maraş katliamından sağ çıktım, demişti o gece. Belki de buydu ilk cümle, başı ve sonu olmayan, aslında bir hikâye bile olmayan bu hikâyeyi başlatan cümle.

Alıntılar: http://www.aslierdogan.com/

Kasım 14, 2010

Şiir ve müzik...

Eski avluda

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;
Çalıda sarı bir çiğdemim ben
Ve senin çok eski cümlen.

Sen otursan, gitmemiş ki! olsan
Ben sana bir eski Endülüs avlusu
İstersen serin bir Portofino getirsem
Ya da Yedigöllerin yedisini birden.

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;

Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken
Buldum buluşturdum kendime geldim
Tek eksik sensin! İncecik, çilli bir dille
sen de gelsen.

Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
Begonviller ve bir mavi kapı
Ve illa amansız bir avlu getirsem.

Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en gümüş cümlem:

İçimi açtım sana.
İçini açmak için.

Birhan Keskin


Kasım 13, 2010

Gil Scott-Heron - Me And The Devil

Arkadaşım sayesinde dinlemiştim ilk kez. Dün gece de bir mekanda yeniden denk gelince güne bu şarkıyla başladım.



Dahası için : http://www.myspace.com/gilscottheron

Kasım 09, 2010

Birsen Tezer - Aşk Bu Değil


Sevgili Birsen Tezer :) Kendisini ilk kez Zuhal Olcay sesinden dinlemeye doyamadığım (tabi ki Bülent Ortaçgil ayrı güzel söyler) "Çığlık Çığlığa" cover'ıyla tanımıştım. Henüz canlı performansını dinleyemedim -bir kere niyetlendim hem de kadıköy'e kadar gelmişti ama program saati o kadar erkenmiş ki hiçbir şekilde yetişemezmişim :) mekana gidince öğrenmiş oldum- bir çok sanatçıya düet yapmış ve yıllar sonra kendi albümünü de Kalan müzikten yayınlamış. Albümünün adı Cihan ve albüm kapağı da çok çok güzel. Tam bir müzik kadını. Kendisi hakkında bilgi için: http://www.birsentezer.com/
Yorumlar ve etkileri için de : http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=birsen%20tezer
Albüm için: http://www.filestube.com/search.html?q=birsen+tezer&select=All
Bülent Ortaçgil ile "kimseye anlatmadım" düetini şiddetle dinlemenizi öneririm ki yıllardır yılmadan dinlemişliğim vardır. :)

Ama bu gecenin şarkısı "aşk bu değil". Keyifle dinleyiniz :)


Şarkının albüm kaydını merak edenler için: http://www.youtube.com/watch?v=HmoIZtA3fYs

Kasım 05, 2010

Mor Müzayede

MOR ÇATI'nın 20. kuruluş yılı. Mor Müzayede'ye bir davetiye alın, bir kadının yaşamını değiştirin.
http://www.mormuzayede.com/

Mor Çatı dostu sanatçıların kostümleri Otto Santral’de 8 Kasım’da yapılacak açık artırmada satışa sunulacak. Şiddetten uzak yeni bir yaşama siz de destek verin!
Vakıfbank Beyoğlu Şubesi Hesap No (TL)
: 00158007285291667



Her 3 kadından 1'i şiddet görüyor. Napıyorlar? MOR ÇATI'yı arıyorlar. MOR ÇATI nasıl ayakta duracak?
http://www.morcati.org.tr/

"2 milyon İstanbullu" toplanıyor

İstanbul Boğazı’nda yapılması planlanan 3. Köprü’ye karşı çıkmak ve kesilecek olan 2 milyon ağacı savunmak için “2 Milyon İstanbullu”, 6 Kasım’da 20:00'de Galata Köprüsü’nde buluşacak.
http://www.2milyonistanbullu.com/

Orman Bakanlığı için hazırlanan resmî bir rapora göre 3. köprü projesi kapsamında İstanbul’da kesilen ve kesilecek toplam ağaç sayısı 2,5 milyonun üzerinde. Kesilmeyi bekleyen ağaç sayısı 1,6 milyon. Yok olacak toplam ormanlık alan 16 milyon metrekare.
Bu bir katliam!! Bu bir cinayet!!
Hiç kimsenin istemediği, mimarların, mühendislerin, şehir planlamacılarının, ulaşım uzmanlarının ve diğer bilim insanlarının “hiçbir şey için çözüm değil” dediği, trafiği azaltmayacağı, bilakis artıracağı istatistiklerle kanıtlanan 3. köprü projesi için katledilmeyi bekleyen milyonlarca ağaç.
Kökleriyle Toprak Ana’ya bağlı olmasalar kaçıp gidecekler. Ağızları olsa çığlık atıp yardım isteyecekler. Elleri olsa onları kesmeye gelenleri engelleyecekler… Ama bunların hiçbiri yok.
Öylece sonlarını bekliyorlar.
İstanbul’un 2 milyon ağacına ancak biz yardım edebiliriz. Onları katliamdan biz koruyabiliriz.
İstanbul’un 2 milyon ağacını KURTARABİLİRİZ!

Facebook grubu: http://www.facebook.com/group.php?gid=125145967523671

Twitter : https://twitter.com/2mlynistanbullu

Kasım 03, 2010

Oh My Goooooooooooooooooodddddddddd!!!!!

Bu gece kendim için bu şarkıyı postlamak istedim "arif olan anlar" sözüyle :)



http://www.myspace.com/idamaria linkinden hatuna bakarsınız...

Kasım 02, 2010

Norrda - İnfinite Face

Norrda ile 2 sene kadar önce myspace üzerinden tanışmıştım Ve vokalinin sesi her daim ninni gibi gelmiştir :) Gitar, perküsyon ve vokalden oluşan ve elektronik altyapılarla destekli benzeri pek olmayan bir gruptur.
Dinlemesi keyifli, klibi izlemesi de :) Bir diğer kliplerine de mutlaka göz atın, dansın müzikle birleşimine hayran kalacaksınız.
http://www.youtube.com/watch?v=pOGLJWn2pfw

Norrda'yı merak ettim daha da dinlemek isterim diyenler için : http://www.myspace.com/norrda
Albüm için : http://www.filestube.com/search.html?q=norrda&select=All

Kasım 01, 2010

Oi Va Voi - Dusty Road

Oi Va Voi'nin 2009 Travelling The Face Of The Globe albümünden oldukça keyifli bir parçadır. Kemancısı Anna Phoebe'ye ayrıca bir sevgim vardır ama grubun her bir üyesi de ayrı ayrı sevilesidir.
Bir blog sayesinde "ti" ile the canal sessions kayıtlarında canlı performanslarını dinledik. Çok keyifli bir iş yapmışlar, bir çok grup bir kanal içinde giden teknede tek mikrofon ve herhangi bir ek ekipman olmadan yanınızda söylermişcesine takılıyorlar. http://www.thecanalsessions.com/ adresinden izleyebilirsiniz.
Oi Va Voi İstanbul'a hemen hemen her sene gelir ama biz gidemeyiz- bunu da anlamış değilim :(- Artık kendime ayrıca bir söz verdim, bu grubu ya tr'de dinliycem ya da artık hangi ülkedelerse. Üşengelik yok :)

Son albümlerine http://www.filestube.com/search.html?q=oi+va+voi+travelling+the+face+of+the+globe&select=All üzerinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca grubun Laughter Through Tears albümünü de tavsiye ederim.

Grup hakkında bilgi için :
http://www.myspace.com/oivavoi
http://www.oi-va-voi.com/music/

Le Concert - Paris'te Son Konser

Cyrano'nun yerini hiçbir film alamayacak ama bu filmin hergün son 20 dakikasını açıp izlediğim de bir gerçek. O kadar çok etkilendim ki sadece 3-4 dakikalık bir karesi her gece düşlerime giriyor. Kemana yeniden asıldığım bu sıralar beni hırslandırıyor sanırım. Belki de içimde yatan bir yeri durmadan oynatıyor :)
Müzik aşığı biriyseniz sizi de mutlaka etkileyecektir.
Tchaikovsky'nin muhteşem D major konçertosu herşeye yetiyor zaten :) İyi seyirler.


Film hakkında detaylar için: http://www.leconcert-lefilm.com

Finali filmin tadı kaçmasın diye paylaşamadığımdan diğer sevdiğim bir kareyi gösterelim :)

PS: Tchaikovsky'nin D major konçertosunu Itzhak Perlman yorumundan da dinlemenizi tavsiye ederim :)