Mart 15, 2010

pazartesiyi pazar sanan ya da pazarı pazartesiye ertelenmiş ruhumun karmaşası...

Süper bir haftasonu geçirmediğimden olsa gerek; uyanmak için beni tırtıklayan kedi ve durmaksızın çalan alarma karşılık inatla ve en son hamlede arkamı dönerek uyumaya devam etmek istedim. Tabi ki sevenimin çok olmasından değil ama servis şoförünün “nerdesin uleeen”aramasından sonra uyanmak ve kapalı zihnimi açarak günün pazartesi –herşeyden öte bir iş günü- olduğu gerçeğini kabul etmek durumunda kaldım. Bahsedeceğim pazartesi sendromu değil. - Bunu benim anlatmama gerek yok, bilimsel olarak, yaşamsal olarak, insansal olarak kanıtlanmış gerçekleri bir daha bir daha anlatmak yersiz- Hazır servisi kaçırmış ve bir sonraki servis içinde karşı kıyıya doğru yol almam lazımken yaptığım beşiktaş yolculuğu ve içinde kalan “ben” bahis konusu olan.

Evet, evden çıkıp sahile kadar ki sıkıcı trafik anları dışında kalan kısmında, hem çok zamandır karşıya geçmememin nedeni hem de sabah erken saat olmasından dolayı, soğuğa aldırmadan motorun üst katında oturdum. Benim gibi 3-5 kişi daha vardı, genelde herkes soğuktan kaçmak adına 100 kişilik yerde 200 kişi olarak bekleşiyordu. O sıkışıklığı da bünyem ve boş midem kaldırmayacaktı alışkın olmadığından.
Gelen hafif titreme nöbetlerime aldırmadan, muşambadan bozma cam görüntünün ertesinde güneşi izledim uzun uzun.. Özlemiştim bir yaz çocuğu olarak. Sonrası yine arabalar, insan gürültüsü ve cazur cuzur bir trafik.


Denizde bir an durduk. Sanırım büyükçe bir gemi geçiyordu. Bedenimi çok hareket ettirmek istemediğimden bakmadım, zaten eninde sonunda yola devam edeceğimizden umursamadımda. Durduğumuz an birden içimden ne kadar kalsak sıkılmam bu sessizlikten diye geçirdim. Aynı sesi geçtiğimiz haftalarda adaya gittiğimizde de duymuştum. Denizin üstündesin, yarım bir şehirde, duyabileceğin sadece doğaya dair sesler – kuş sesleri, ağaç dallarıın sesleri, sokaktaki her tür hayvanın oyun sesleri, balıkların ara sıra dışarıya bakmak için zıpladığı anlar belki bir yunusa bile denk gelebilirim şanslıysam, dalga sesleri, köpüren kumların sesleri, geriye doğru çekildikçe çakıl taşlarından geçen suyun sesi................ çok az insan sesi...............

Şehir insanı bir çok şeye alışkınlığından vazgeçemiyor. Bunu biliyorum. Ya delirmesi gerekiyor ya da koşarak kaçacak nedenlere ihtiyacı oluyor. Sebepsiz yere ben gittim burdayım diyen bir tanıdığım henüz olmadı.

Peki benim gidişim neye dayanacak diye merak ettim endişeyle. Acaba bir nedene dayanmalı mıyım bende? Yoksa bunu yıkacak bir çözüm bulursam nedenim bu olabilir mi? Durmaksızın gitmekten bahsederken aslında hiç gidemeyeceğimi hissettiğimden mi yoksa bir neden aradığımdan mı saçmalıyorum?...................
Bu kadar çok soruyla hareket etmemin mümkün olmadığını da biliyorum.....

Foto: http://complejo.deviantart.com/

4 yorum:

  1. Bu duyguyu vapurlarda hissedersin, cehenneme belkide bir ahıra dönüşmüş lanet olası bir karadan uzaklaşıyorsun çünkü.

    YanıtlaSil
  2. arada bu tür yazılar yazsana.

    YanıtlaSil
  3. Evet uzun zamandıır yazmıyorum ve bu aradan bende hoşnut değilim. Yakın zamanda dökülürüm :))

    YanıtlaSil