Ocak 29, 2010

Baltimero.., Hiçbir yanlış yok




İnsanın gözlerine bir şehir üflerse, diline bir şehir kamçı olursa, kalbine o gümüş saplı bıçak değerse nasıl bir uzaklıktan bakarak anlatır bunca şeyi. O uzaklık neyse! İstanbul lodosundan arta kalan tek kuytu odada aklıma gelenleri çabucak yazmaya çalışıyorum. Sanki beni götürecek uçak birazdan kalkacak. Kalem kırılıp elimde kalacak. Kalbimi, tetikleyen silah patlayacak. Ama eninde sonunda bir şey olacak. Bazı şehirlere adım attığınızda sizi sonsuza dek o toprağa ait kılan bir büyü içine girersiniz. Trajediler, mutluluklar, ayrılıklar, binlerce yılın tozlarına serpilen hayat karşınıza çıkar. Şaşkınlıktan gözleriniz parlar, sevinci bol hüzünden payınıza kocaman dilimler ayrıldığını hissedersiniz.

Hiçbir karşılaşmanın nedensiz olmadığını yeniden anlarsınız. Hep yeniden anlamak.., hep yeniden başa dönmek, hep yeniden cesaretle olup biten arasında kalmak. Ama olacak olan her neyse o oluyor. Maalesef, olacak olan her neyse o olacak.

Mardin Midyat karayoluna bakan köylerden 'Doğan Çay'da güneşin bana anlattığı sızıyı dinliyorum. Diğer yerler gibi çoğu boşaltılmış olan tek katlı taş evlerden oluşuyor. Giden ailelerin bir çoğu Süryani. Başka bir dinin, başka bir ırkın gittikçe sessizleşen yalnızlığı boş mekanların içinde dolaşıyor. Güneşe rağmen insanın iliklerini donduran bir öğle vakti.

Sızı büyüyerek yayılıyor. Fotoğrafçı arkadaşlarla geldiğimiz köyü başka başka bakışlarla izliyoruz. Böyle durumlarda nereden başlayacağıma dair kafamda bir karışıklık oluyor. Her yerden, her noktadan çağrıldığımı hissediyorum. Adını koymakta zorlandığım bir şey var. Ne zaman adını koysam yanıldığım bir şey. Güneş gözlüklerimi iyice yerleştiriyorum şakaklarıma. Çünkü gözlerim kamaşıyor, ruhum kamaşıyor, bilgim kamaşıyor. Niye gittiler, niye gittiler.

Doğuyu bir misafir, bir turist gibi yaşamamaya kararlıyım. Bu inadım yüzünden fotoğrafçı arkadaşlarıma katılmayıp arabada kalmayı tercih ediyorum. Anlamaya, hissetmeye çalıştığım göçlerin ortasında kalıyorum. Taşların üstünde nefesinizle içinize alabileceğiniz büyük bir ışık duruyor. Gölgeli mantomla bu ışığın tek hedefi sanıyorum kendimi. Mor Gabriel Manastırı'ndan aldığım yeşil kağıtlara notlar yazarken arabaya doğru yaklaşan genç kızı fark ediyorum. Naylon torbasından bisküvi çıkartıp bana doğru uzatıyor. İlk sorusu İstanbul'dan gelip gelmediğimiz. Başımla onu onaylar onaylamaz yüzünde kuşkusunu gidermek isteyen başka ifade beliriyor.

"Acaba 'Baltimero' adında bir yazar tanıyor musunuz?.." 'Hayır ama araştırıp bu isimde bir yazar varsa bulabilirim' diyorum. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemez durumdayım. Gözlerinde birden bire patlayan mutluluğu, heyecanı anlatmak çok zor. Baltimero'yu bulma umudu dışında onu şaşırtan ya da sevindiren hiçbir duyguyu yaşamadığını düşünüyorum. Başka kitaplar yollayabileceğimi söylüyorum. Ama o başka kitaplarla ilgilenmiyor. 'Kitabın adı ne' diyorum. "Bilmiyorum" diyor. "Bağda dolaşırken yerde tek bir sayfa buldum. O kadar güzel anlatıyordu ki... Sayfanın sol köşesinde 1861 yazıyordu. Bir de Baltimero yazıyor. Hepsi bu... Gerçekten benim için çok önemli..."

Genç kızın sırtını verdiği köy mezarlığına, terkedilmiş taş evlere, ışığın kırılmasıyla görünmezlik kazanan karayoluna bakıyorum. Genç kızın yanına kim bilir hangi hikayelerden sonra uçup gelen tek sayfalık romana takılıyor aklım. En ilginç ve en yalnız romanın kendisi olduğunu bilmeyen ellere, avucuma dolan bisküvilere, benimle dalga geçen hayata bakıyorum. Hiçbir yanlış yok. Her şey yerli yerinde. Sessizliğimi Baltimero'yu bulamamak olarak algılayan kız hızla eteğinin arkasından cep telefonunu çıkartıyor. "Lütfen numaranızı verin" diyor. "Burada bazen telefonlar işlemiyor." O yoksulluğun ve sızının içinde eteğin arkasından çekilip suratıma bir silah gibi dayanan cep telefonuna güleyim mi, ağlayayım mı.., ne yapayım bilemiyorum.

Rüyalarımızın bile en büyük faşizmi olan teknolojik terör, bağların, yazmaların, aşkın, inancın, en saf dediğim gözlerin bile tek bekçisi. Filmini çeksen abartmış derler. Eğer bir gün Baltimero diye bir kitap veya yazar bulursam o kıza asla göndermeyeceğim. O cep telefonuyla kendine cep telefonlarına yaraşır hikayeler arasın.

Artık beni hiçbir şey şaşırtamaz dediğim oldu. Artık beni hiçbir şey üzemez dediğim de oldu. Çok büyük konuşmuşum. Hayat, sözümü ve yalnızlığımı kucaklayan kocaman kollarıyla hâlâ tek şaşkınlığım. Tıpkı masallardaki gibi, biraz önce gibi, sonsuza dek yanımda kalacakmış gibi... Akıp giden hikayelere bakıyorum, yanımda kulaklarıma gizlerini fısıldayan sesler birikiyor. O şiirin yanına gittim. O şiire korkacak kadar çok yaklaştım. O şiiri yakışıklı oğlum gibi sevdim.

Bazı insanlara, bazı kitaplara, bazı şiirlere, bazı rastlantılara ve bazı kaderlere inanmasanız bile borçlusunuzdur. Hâlâ Baltimero'yu arıyorum. Sadece kendim için. Sadece kendi doğumu yazıyorum. Onunla arama sokmam artık hiçbir şeyi. Donmama hakkımı kazanıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder