Ocak 28, 2011

Bülent Ortaçgil - Sen

Yeni albümün şarkılarını yavaş yavaş dinliyorum. En kısa zamanda temin edip arşive katacağım. Bunca zaman sonra yeniden kavuşmuşuz, almasak olmaz :)
Dinlediklerim içinde ilk dikkatimi çeken şarkısını paylaşıp sonrasında da albümle ilgili güzel bir röportajı ortaya atıp kaçacağım. Gelecek olan deniz kokusunun tadını çıkarın :)



Şarkılarım kitlesel olsa Türkiye başka bir ülke olurdu

Bülent Ortaçgil albümü beklemek hayranları için nasıl büyük gerginliktir anlatmak çok güç, kendimden biliyorum. Altı ay önce 40. Yılı için Harbiye’de vereceği konser arifesinde röportaj yaparken öğrenmiştim yeni albüm zamanının geldiğini. En son 2003 yılında “Gece Yalanları” demişti Şarkı Baba. “Hâlâ ismine karar veremedim” dediğinde öyle telaşlanmıştım ki kendimi isim ararken buldum, bana ne oluyorsa…
Bülent Ortaçgil albümü beklemek hayranları için nasıl büyük gerginliktir anlatmak çok güç, kendimden biliyorum. Altı ay önce 40. Yılı için Harbiye’de vereceği konser arifesinde röportaj yaparken öğrenmiştim yeni albüm zamanının geldiğini. En son 2003 yılında “Gece Yalanları” demişti Şarkı Baba. “Hâlâ ismine karar veremedim” dediğinde öyle telaşlanmıştım ki kendimi isim ararken buldum, bana ne oluyorsa…
Ortaçgil’in sizin şarkınızı yazdığına inanıyorsanız yeni albüm, doğumhane önünde çocuk beklemeye dönüşür, bana ne kadar benziyor, beni ne kadar anlatıyor? Albümü alır almaz dinlemeye girişemezsiniz. Önce gündelik işinizi bitirir, dünyayla irtibatınızı askıya alırsınız… Bir kahve eşliğinde hazırsınızdır artık… Bir çırpıda birkaç kez dinler ve bir türlü beğenmezsiniz. Kafanızdaki en iyi Ortaçgil listesiyle dövüştürürsünüz zavallı tazecikleri, kaybetmeye mahkumdurlar. Artık şarkı değildir çünkü eskiler; geçmişiniz, sevgiliniz, kötü gün dostunuzdur. Dünyanın en acımasız insanı değil midir zaten hayran dediğin. Bütün sevgisiyle, kıskançlığıyla, inanmışlığıyla öldürüverebilir bir anda tanrısını…
“Sen”, yani yeni albüm, bir “eksen kayması” ile karşıladı beni. En büyük kent ozanımız sokaklardan, kaldırım taşlarından, minibüs duraklarından değil denizden, adadan, poyrazdan, dümenden bahsediyordu. 40 yıldır aynı mahallede oturduğumuz sevgili komşumuzu denize mi uğurlamıştık? Deniz ozanı mı diyecektik artık? “Adalar, artık dar gelir bana odalar” diyordu “Sen” in altı numarası. Eeee biz kalmış mıydık şimdi buralarda?
“Sen” önce bir deniz tutması hissi ile “Ben buradayım” diyor. Herhangi vasıtayla anlatırsa anlatsın, ille de insandan bahsediyor ya sonuçta Ortaçgil, yabancılamanız pek de uzun sürmüyor. Biraz sakinleştikten sonra “Sen” yanı başınıza kurulup, en iyiler listenizi taşlamaya başlıyor. Zaten “Deniz kokusu getiriyorum” dememiş miydi yıllar evvel Ortaçgil, alın işte alasından deniz kokusu…
“Yaşadığım hayatta yılın altı ayı deniz kenarında yaşadığıma ve deniz panoramasına baktığıma göre şarkılarımda denizi kullanmam son derece doğaldı zaten. O şarkılarda deniz vasıtasıyla ilişkileri anlatma da vardır. Altı ay şu karşı ki manzaraya baksaydım, herhalde kara pencereler, deliklerle ilgili şarkılar yazardım…” diye başladı anlatmaya Ortaçgil. “Ben artık yaşını başını almış, emeklilik kıvamına gelmiş birisiyim. İstanbul’da emekliliğimi geçirmeyi asla düşünmem. Orası basit, az şey var, acele yok, bir kent temposu yok, pislik de yok. Kendine özgü yaşama şekli var. Ben Bozburun’dayken bana ‘Ne yapıyorsun?’ diye sorulduğunda ‘Hiçbir şey yapmıyorum’ diyorum. Hakikaten de hiçbir şey yapmıyorum gibi geliyor. Hiçbir şey yapmadan bir hayat geçer mi? Hakikaten geçiyor. Sabah kalkıyorsun, kendini o yavaş ritme bırakıyorsun ve bir iki bir şey yapıyorsun, bir bakıyorsun akşam olmuş.

Müzisyenin aylağı mı makbul?
Bütün sanatçılar için tembellik bir zorunluluktur. Bu işle uğraşan insanların kendine ayıracak vakitleri fazla olmalı, düşünmeliler… Zorluklarla, sevmedikleri bir işle uğraşıp kendilerine ayıracak zamanları kalmazsa bu ruhsal sorunlara yol açabilir. Müzik de böyle tabii ki. Bir enstrümancı düşün, o çalgıyı öğrenmek için saatlerce başında durmalı. Şiir yazan insanın kullanacağı malzeme, kağıt, kalem ve Türkçe… Herkes biliyor bunları zaten. Ama müzik yapan insanın o kalemi kullanabilmesi için en azından 4-5 yıl tekniğini öğrenmesi lazım. Ancak ondan sonra ses çıkarabiliyor, ancak ondan sonra dinlenilebilir bir kıvama getiriyor. Müzik çok zor ve kendi başına mesai harcamayı gerektiren bir sanat. Geleneksel aile ilişkilerinde bu nasıl becerilir bilmem, çünkü yalnız kalmak lazım bu işi yapmak için.

7 koca sene albüm yapmamak özenle mi ilgili yoksa kolay şarkı yapamamakla mı?
Biraz özenle ilgili tabii, ama asıl önemlisi, yeni yaptığım işlerin daha önce yaptıklarımla karşılaştırıldığında gerçekten yeni olması lazım. Popüler müzik kendini çok tekrar eden bir müzik. Benim x şarkımı beğenen birine ona üç aşağı beş yukarı benzeyen y, z diye şarkılar yap, yeniden kullanabilirsin. İnsanlar bunu talep ediyorlar zaten. Şarkı yazıyor olmak öyle bir şey değil ama. O güne kadar yaptığın formu aşabilecek, en azından onu değiştirebilecek bir yenilik yapmalıyım ki yapayım. Mesela bu albümü de onu yakaladığım için yaptım. Yoksa bu albümdeki şarkıların demo halleri beş yıldan beri var.
BAZEN BİR SENEDE
BİTİREMEZSİN BAZEN
BEŞ DAKİKADA ÇIKAR
“Sen”, sadece deniz kokusuyla farklı değil, bambaşka bir soundu var yaylıların etkisiyle. Yaylı düzenlemelerini mi bekliyordu şarkılar?
Bir defter aldım, bu şarkıları hiç yazmadıysam yüz defa tekrar yazmışımdır. “Aaa güzel oldu” deyip, üç gün sonra baktığımda beğenmeyip attım, yeniden sağını solunu kurcaladım. Örneğin bir 10. şarkı vardı. Diğerleri gibi önceden müziğini kurgulamış ama bir türlü sözlerini yakıştıramamıştım. Son anda attım albümden, bitiremedim sözleri…

Sırası bile belliydi demek…
Evet, onuncu şarkıydı o işte, ama yapamadım. Nerdeyse albüm çıkacak, bir gece önce yaptığım “sen-ben” şarkısını koydum. Bir gecede çıktı, müziği ve sözleri. Şarkı böyle bir şey. Bir sene uğraşır beceremezsin, bir başkasını 5 dakikada yazarsın…

Yaylıları Zuhal Olcay’a hazırladığınız “Başucu Şarkıları”nda denemiştiniz. Bu albümde değil onda şaşırmıştım ben aslında yaylı işine…
Benim müzik dinleme serüvenime bakarsan; ben popüler şarkılardan başladım, ondan sonra bir dönem tamamen klasik külliyat dinlemişimdir. Bütün klasikleri bilirim. Dinlemiş ve zevk almışımdır. Ne yazık ki müzik okumadım, onları deşifre edip o mantıkla yazamam. Yıllardan beri hayal ettiğim şey kendi şarkılarımı bir yaylı grubuyla orkestrayla çalmaktır. Çok güzel tınlayacağını düşünürdüm. Bu albüm öncesi Baki’yle (Duyarlar) kafa kafaya verip böyle bir şey yapmaya karar verdik. Dikkat edersen solist yoktur, çağdaş gitar soloları yoktur… Esprisi yaylıdır albümün.

Yaylıların hakimiyeti nedeniyle mi Erkan Oğur yok bu defa?
Erkan bir şahsiyet oldu artık. Dünyanın sayılı gitarcılarından biri ve aynı zamanda folklorik şeyler yapıyor. O kadar uzun yıllar birlikte çaldık ki artık Erkan’ın kendi yolundan gitmesi gerekiyordu. Ortaçgil grubunun bir yan adamı olacak hali yok onun bu saatten sonra. Pratik olarak da vaktimiz uyuşmamaya başladı. Bu Su Hiç Durmaz’ın solosu Erkan Oğur kokar mesela. Şimdi o soloyu Erkan Oğur dışında bir x adam çaldığı zaman o iş başka türlü oluyor, insanlar ona alışmış oluyor… Bu albümde de yeğenim Barlas çaldı elektrik gitarı, ben onun dayısıyım yani. Kulağından tutup çaldırdım…
‘AYRINTILAR’ BENİ
UZUN SÜRE DÜMDÜZ ETTİ
“Sen” ismini zor buldunuz sanırım…
İsme uzun süre karar veremedim… Genelde öyle oluyor. Sen Sorumlusun şarkısında adı geçen kahraman her yere Ayşe, Ahmet her neyse yazar ya… Ben de öyle bir şey yapayım ama o bir kişiye değil ama genele hitap etsin, “sen” olsun diye düşündüm.
Eşim “Ayrıntılar İçimde” ismi için çok ısrar etti. Benim tek itirazım şu oldu; o bir orta yaş muhasebe şarkısı, bütün albümü öyle belirlemek istemedim. Onu öne ittiğimde çok dramatik bir albümmüş gibi olacaktı. Beni de uzun süre dümdüz etti o şarkı. Ama artık çok yabancılaştığım için etkilenmiyorum, 500 kere dinlediğim için…
‘KEŞKE’ DEME SADECE YAP
Telefon enteresan bir şarkı. “Artık özel hayatımız yok” diyor. Ama bunu çemkirerek söylemiyor. Sizin kuşağınız zamanın değişmesi karşısında, “Eskiden şöyleydi böyleydi” diye hayıflanır genelde, Ortaçgil nasıl bu kadar barışık olabiliyor çağa?
Ben “keşke” sözcüğünün kalkmasını diliyorum hayattan. Zaman geçip gidiyor, keşke desen ne oluyor? Sen “keşke” deme, sadece yap. Yanlış yaparsan yanlış yapmış olursun. Benim şikayet mekanizmam daha farklı. Aslında Telefon en çok şikayet eden şarkı gibi de düşünülebilir. Ama defacto bir durum olduğunun da farkındayım telefonun, ne dersen de… Zırt diye çalıyor telefonun. Gizlimiz saklımız bitti, yok artık. Bu, hayat bu. İstersen kapatabilirsin telefonunu, ama kapatmayacaksın nasıl olsa.
(İstanbul/EVRENSEL)

BENiM YAPTIĞIM FOLKLORDEN NE KADAR FARKLI BiLEMiYORUM
40. yıl konserinde asla kitleselleşmeyeceğinizi bildiğinizden bahsetmiştiniz, nasıl bu kadar eminsiniz bundan?
Değilim, ama bu şarkı kitlesel olsa Türkiye başka bir ülke olmalıydı, ama değil. İnsanların istedikleri mesleği yapabildiği, bilmem ne kadar gelir elde ettikleri, mutlu insanların ülkesi olurdu herhalde.
Folklorik çıkışlı bir müzik de değil benim yaptığım. Bu topraklara mı ait? Şehirli görüşüne mi ait? Böyle bir karışıklık var. Ben kentli insanın dünyada hep aynı olduğuna inanıyorum. New York’un, İstanbul’un ya da Bursa’nın nüfusları farklıdır, ama kentli duygusu, kentli insanın davranış ve sorumlulukları aynıdır. Folklorik çıkışlı olana hürmetim var o ayrı mesele. Konservatuvar o yüzden var zaten, bu müziklerin korunması için. Benim yaptığım folklordan ne kadar farklı onu da bilemem. Mesela Erkan Oğur çaldığı zaman folklorik oluyor. O içine sokuyor, ben çaldığımda olmuyor, yaylılarla çaldığınızda hiç olmuyor.

Bizim topraklarımızda sizin yaptığınız gibi sözü güçlü, anlatıma dayalı müzikler var aslında…
Hepsi var tabii ama bu benim çıkmazımdan gelen bir şey. Kırşehir’in bilmem ne kasabasında çocukluk geçirmiş, oralı olmuş biri olsaydım muhtemelen başka bir form kullanırdım. Ama ben İstanbulluyum ve İstanbul’un Bizans müziğinden başka bir folkloru yok bildiğim kadarıyla, bağlaması yok mesela…

Sizin ki folklor olmayacak mı artık? 40 yıldır İstanbulluyu, kentliyi anlatıyorsunuz…
(Gülüyor) Güzel fikir ama bilmiyorum…

POP MÜZİK DİNLEYİCİLERİ BİR AN ÖNCE NEXT’E BASAR
Her albümde mutlaka bir değişiklik yapıyorsunuz, bunu, söylediğiniz gibi çok önemsiyorsunuz ama 10 kişiden 9 u bu değişimleri fark edemiyor belki de …
On kişiden dokuzu müzikten anlamıyor demektir bu. İnsanların en çok vakit harcadıkları sanattır belki müzik ama çok zor anlaşılırdır da müzik. Benim için müzik başlı başına yapılması gereken bir iştir. Oysa insanlar daha çok fonda dinler müziği, ders çalışırken falan… Ya da slogan gibi dinler, sadece sloganları aklında tutar, ne bileyim… Pek çoğuna birliktelik vurgusu vermek için vardır müzik, pop müziğin bir amacı da odur mesela, arkadaşlarla birlikte şarkı söylemek gibi… Benim şarkılarım o kadar basit olmuyor ne yazık ki, altından kalkmak için defalarca dinlemelisin. Pop müzik dinleyenlerin öyle çok vakti yok ki. Bir an önce beğenip ya da beğenmeyip, next yapmalı, bir diğerine geçmeli.

‘NiÇiN’i YAPTIĞIMDA BELKi DE HiPPiYDiM
“Niçin” neden 40 yıl sonra ortaya çıktı?
Ümit Tunçağ hatırlattı onu bana. 1969 yılında İzmir’e gittiğimizde Ümit’e ben 8-9 şarkı kaydetmiştim, TRT’de. Sonra unuttum gitti o kayıtları. Bir İzmir konseri çalarken Ümit, “Yahu böyle bir şarkı vardı neden çalmıyorsun? Bu kuvvetli, kitlesel olabilecek de bir şarkı…” dedi.

Kitlesel olur diye çalmadın mı abi?
(Gülüyor) Yok, alakası yok. Benimle Oynar mısın? yapılırken ben 30 tane falan şarkı yazmıştım. O şarkılar içinden eledim bunları. Kimisi İngilizce, kimisi yarım yamalak, kimisi çok özel, kimisi boktandı. Nedense bunu da elemişim. Ümit hatırlatınca, “İnsanlar bunu da duysun” dedim. ‘69 yılında, şimdi beni dinleyen insanların çoğu doğmamışken böyle bir şarkı yapmışım. Hem dinlesinler, hem de neden Benimle Oynar Mısın?’a almadım diye düşünüp karar versinler diye.

Ayrıksı duran bir şarkı Niçin pek çok bakımdan, hem çok neşeli bir şarkı hem de Ortaçgil’in kendine özgü “şikayetçiliğini” yansıtıyor. “İnsanlar susuyor, insanlar duruyor” falan diyor.
Düşün; şimdi 60 yaşındayım, o şarkıyı yazdığımda 19 yaşındaydım.

Belki 19 yaş için, hem de ‘69 yılında yazıldığı düşünülecek olursa naiftir bile…
Eşim mesela “Senin müzikolojin için çok fazla neşeli bir şarkı bu” diyor. Bakıyorum hakikaten haklı, “Yürüyelim açık havada” falan.. Belki de hippiydim o sıralar hatırlamıyorum…


Devrim Büyükacaroğlu
http://evrensel.net/haber.php?haber_id=80862

2 yorum: