Aralık 17, 2010

Şeb-i Arûs / Dügün gecesi

"Hamdım, piştim, yandım"

Şeb-i Arus lügat manası düğün gecesi demektir. Mevlana Celaleddin Rumi kendi ölümüne rabbine duyduğu aşktan dolayı sevgiliye kavuşma yani düğün gecesi demiştir.

Mevlana Celaleddin Rumi´nin ölüm yıl dönümlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve "Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri" olarak isimlendirilmeye başlanılan törenler, halk arasında Şeb-i Arus Şenlikleri olarak da anılmaktadır.

Nitekim bir gazelinde;

Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma...
Benim için ağlama, yazık, vah vah deme;
Şeytanın tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır,
Cenâzemi gördüğün zaman firâk, ayrılık deme,
Benim kavuşmam, buluşmam işte o zamandır,
Beni toprağa verdikleri zaman, elvedâ elvedâ demeye kalkışma,
Mezar, cennet topluluğunun perdesidir.
Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyân gelir mi?
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?

Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin?

Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç.
Zîrâ senin Hayy u Hû’yun, mekânsızlık âleminin fezâsındadır.

Aralık 10, 2010

Gustave Flaubert - Bir Delinin Anıları

Bir hafta kadar önce alıp okuma şansım oldu. Bir kaç sefer kitap gezi günlerimde denk gelmiştim ama hep sonraya ertelediklerimdendi. Flaubert'i hiç okumamıştım. Madam Bovary'i sıkça duyuyordum ama önceliği bu kitabına verdiğim için hiç pişman olmadım.
Bir delinin anıları yazarın 17 yaşında kaleme aldığı bir gençlik eseri olarak tanıtılsa da hiç de hafife alınacak bir kitap değil. Sel yayınlarından mart ayında çıkmış olan kitap, çevirmenin Flaubert hakkında akıcı ve esprili bir şekilde tanıtım yazısı ile başlıyor. Kesinlikle bu kısmı da okumanızı öneririm. Yazar hakkında bir çok ayrıntıya sahip olacaksınız.
Ben kitabın içinden -tamamını yazmadım, üşengeçlik ettiğimden değil sadece devamını kitabın içinde okuyun diyerek- sevdiğim bir kısmı paylaşmak istedim.

XIX
Ah! Sonsuzluk! Sonsuzluk, devasa çukur, derin uçurumlardan, bilinmeyenin en yüksek bölgesine tırmanan sarmal; hepimizin, içinde, baş dönmesine kapılmış halde dönüp durduğumuz eski fikir, herkesin içinde taşıdığı uçurum, uçsuz bucaksız uçurum, dipsiz uçurum! İstediğimiz kadar günler boyu, geceler boyu, endişelere gark olmuş vaziyette kendi kendimize soralım:"Nedir bu kelimeler. Tanrı, Ebediyet, Sonsuzluk?" Bir ölüm rüzgarı tarafından sürüklenerek bunun içinde dönüp duruyoruz, kasırga tarafından yuvarlanan yapraklar gibi. Öyle geliyor ki, sonsuzluk bizi kuşkunun bu devasa beşiğinde sallamaktan o zaman zevk alıyor.
Mamafih kendimize hâlâ şöyle diyoruz: "Aradan yüzyıllar, binlerce yıl geçtikten sonra, her şey eskimiz olacağı zaman, orada bir sınır taşı olması gerekecek."Heyhat! Edebiyet önümüzde dikiliyor ve biz ondan korkuyoruz, bu kadar uzun sürmesi gerekecek olan şeyden korkuyoruz, biz ki o kadar az sürüyoruz.
Bu kadar uzun!
Kuşkusuz, dünya artık olmadığı zaman, o zaman yaşamayı ne çok isterdim, doğasız yaşamayı, insansız, o boşluk ne büyüklüktür! Kuşkusuz o zaman, karanlıklar olacak, eskiden dünya olmuş olan biraz yanmış kül, ve belki birkaç damla su, deniz. Tanrım! Hiçbir şey! Sadece boşluk... Sadece, enginlikte bir kefen gibi uzanan yokluk.
Ebediyet! Ebediyet! Bu her daim sürecek mi? Her daim, sonu gelmeksizin?
Ama öte taraftan, kalan olan, dünyanın kalıntılarının en küçük parçası, ölmekte olan bir yaradılışın son nefesi, boşluğun kendisi bile, var olmaktan bıkmış olacak; herşey mutlak bir yıkımı çağıracak. Bu sonu olmayan şey fikri betimizi benzimizi attırıyor, heyhat! Ve biz o şeyin içinde olacağız, şu an yaşayan bizler-ve bu enginlik hepimizi yuvarlayacak. Ne olacağız? bir hiç olacağız, bir nefes bile değil.
.............
syf: 75-76

Kitap ile ilgili çok bir yazıya da denk geldim. Okuyalım bunu da derseniz : http://www.insanokur.org/?p=17479

Aralık 09, 2010

Bok Kültürü - Sayı : 21

Bir çok fanzini yakınen takip etmeye çalışıyorum. Bazılarına kitapçılar ya da akmardan ulaşıyorum, bazılarına arkadaşlarım aracılığı ile, bazılarına da internet üzerinden. Bundan sonra fanzinler ile ilgili paylaşımlarım çokça olacak, hazırlıklı olalım :)

Öncelikli olarak bugün bir postumda da adı geçen arkadaşım Layne'in fanzinini paylaşmak istedim.

Fanzini indirmek ve devamında takipte bulunmak için: http://bokkulturu.blogspot.com/2010/12/bok-kulturu-21-cikti_03.html tıklamanız yeterli.

Yanlıştı şiirini - ya da söylenmesini- özellikle okuyunuz :))

Fanzin hakkında -kendi blog sayfasından alıntı:-

Bok Kültürü 2007'nin mart ayından bu yana varlığını kör topal da olsa sürdüren ve herşeye rağmen denemekten vazgeçmeyen bir yeraltı edebiyatı çalışmasıdır. Bugüne kadar 50'yi aşkın amatör yazara "kafalarına göre yazdıkları" şeyleri yayınlama imkanı yaratmıştır. 2010'un ilk aylarında bir süreliğine yayını durduran fanzin, yeni çıkardığı sayılar ile yoluna devam etmektedir. Fanzinin tüm sayılarına blog üzerinden (pdf olarak) ulaşmak mümkündür.

Birkaç başlıkta durumu özetlemek gerekirse:

Bok Kültürü Nedir?


Bok'un kültürü, kültür'ün boku, boktan kültürler yada kültürel boklar... Bunların hiçbiri ile alakası yoktur bu ismin. Sadece can sıkıntısının tavan yaptığı bir dönemde Layne denen adamın kıçından uydurduğu bir "şey"dir...


Fanzin Nedir?

(Bok Kültürü için) Yazınsal her tür var olma biçimini kapsayabilecek ve öte yandan var olan bütün yazınsal biçimleri reddeden bir tavırlar bütünüdür.

Birhan Keskin - Soğuk Kazı

Soğuk Kazı /Suyun üstünü kaplayan şeyler, s. 18.

Kolaymış, çok kolaymış dedin.
Oysa suda, suyun en başında
üstünden atladığın, geçtiğin
beyaz büyük bir hayvan yatıyordu.
Şimdi bunu söylemeye değecek bir şey
yok. Oysa,
suyun üstünü kaplayan şeyler vardı.
Suyun üstünü kaplayan şeyleri aralayıp
sudan alman gereken şeyi aldın.
Kolaymış. Çok kolaymış dedin.
[Güller açtıkça kesilmeli diyor annem
Oysa,
Tabiatın kanunlarına hiç alışamadım ben.
Ve rüyamda çok gerekmedikçe bir şey görmem.]
Bir sebebi vardır, mutlaka vardır,
Hayyyıır diye uyanmamın bir rüyadan
Bu ne ki, elin olsun ıslanmıyor senin, bunca zaman
Neyi bekliyor, sudaki o büyük beyaz hayvan.
Kolaymış, çok kolaymış dedin.

Birhan Keskin

Metis Yayınları - 2010
http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Book.asp?ID=2141

Hangi İnsan Hakları


Hotmail'ime bakarken Layne arkaşımın msn geçmişinde dikkat ettim ve sonrasındaki incelemem ile hemen paylaşmam gerektiğini anladım :) Teşekkür ederim...

Erkeklerin sevgisi her gün 3 kadını öldürürken" DOCUMENTARIST bir kez daha soruyor: Hangi İnsan Hakları? Bu başlık altında çoğu Türkiye'de ilk kez gösterilen bir dizi belgeselde bu soruya yanıt arayacağız, dört gün boyunca. Aung San Suu Kyi, Rabiya Kadeer, Rachel Corrie, Pınar Selek gibi mücadeleci kadınlarla buluşacağız. Bazı filmlerin etkisiyle hararetli tartışmalara gireceğiz. Kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi konu alan panel, aktivist sinemacıları seyirciyle buluşturan söyleşiler, gündelikçilerin katılacağı forum tiyatro gibi yan etkinliklerde pek çok konuyu konuşacağız. Ezilenlerin sesi olup totaliter rejimlere direnen kadınların, kısacık hikayeleriyle vurdumduymazlığımızı yüzümüze vuran çocukların, şiddeti teninde yaşayan bireylerin şahsında, aynı soru daha güçlü biçimde çınlayacak: Sahi, 'Hangi İnsan Hakları?'

Panel

Erkek Egemen Sistemde Şiddetle Mücadele

Heteroseksüel erkek egemen toplum tarafından kadına yöneltilen şiddet karşısında örülen mücadele biçimleri; kadın ve eşcinsel direnişlerin örnekleri, örgütlülüğü ve yaratıcılığı üzerinden yükseltilen dayanışmanın tarihine odaklanan panel, şiddet karşısında inşa edilen, diriltilen, yenilenen deneyimleri kadınların yaşam olanakları üzerinden tartışmaya açmayı, kadınların özgürlüğü ve eşitliği mücadelesi ekseninde değerlendirmeyi hedefliyor.

Katılımcılar: Nihal Kuyumcu (İstanbul Üniversitesi), Habibe Yılmaz Kayar (KAHDEM - Kadınlara Hukuki Destek Merkez Derneği), Filiz Karahasanoğlu (Mor Çatı gönüllüsü), Esen Özdemir (Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu), Zeynep Özdal (KİHEP: Kadının İnsan Hakları–Yeni Çözümler Derneği), Eylem Çağdaş
Moderatör: Gülnur Elçik
(Kadın Kapısı)

11 Aralık 2010, C.tesi, saat 19:00
Tütün Deposu


AKTİVİST FİLMLER
10 Aralık 2010 16:00

Gösterim ve söyleşi:
Nefti Yeşil ve Mavi-İdamlar*
Özgür Açılım Kolektifi


Kızgın Kan, 52’

11 Aralık 2010 19:00

SATUR-DOX

Ozan Erözden: “Sırp’ın Sırp’tan Başka Dostu Yok mu? - Sırbistan’da Miloşeviç Sonrası Değişen Algılar ve Aşırı Milliyetçilik”

Diğer etkinlik bilgileri için: http://www.documentarist.org/insan/etkinlik.html

Aralık 02, 2010

İncir Reçeli

"Saklandıkları yerden aşk için çıktılar"

Öncelikle kendime dair kısa bir bilgi: Uzun zamandır bilgisayar arızası nedeni ile yazamadım. Şimdi de anlık çalışan bir bilgisayar üzerinden deneme yapıyorum. Umarım gönderebilirim :)

Gelelim geceki post'uma.
İncir Reçeli. Bu filmi büyük bir merakla beklemekteyim(z). Şubat 2011'de sinemalarda görebileceğiz haberlerini okudum.
Konusu :
Metin 30’lu yaşlarında hayatını TV’lere skeç yazarak kazanan bir adamdır. Yazdığı senaryoları reddedilen bir gün gittiği barda, hayatını tümüyle değiştiren Duygu’yla tanışır. Duygu ve Metin bir masala başlarlar ama sonu başından belli bir masaldır bu…

Filme olan merakımı
tetikleyen diğer unsur ise tanıtım filmindeki şarkıyı duymak oldu. Her zaman ki gibi yine filmlerden şarkıları paylaşıyor durumum var ama başka bir kare de izlemedim henüz .

Keyifle dinleyiniz. Minik uyarı; alkol isteği yaratabilir :))

Kasım 20, 2010

Melis Danişmend - Bin Doz Öfke

Üçnoktabir'den tanıdığımız Melis Danişmend grubun dağılmasının ardından solo albüm yaparak sesini daha da öne çıkarmış. Albüm piyano ve akustik gitar ağırlıklı olmakla beraber tüm söz ve müzikler kendisine ait. Albüm adı DAHA AZ RENK. İlk video klibi ve sözlerine bayıldığım şarkısını paylaşmak istedim :))

Frederic Chopin - Nocturne For Violin And Piano

Eski filmlerden bir sahne gelir aklıma...

Chopin - Nocturne For Violin And Piano .mp3

Kasım 19, 2010

Aslı Erdoğan - Köşe Yazıları

Köşe yazıları

Gece treni / 17.07.2010

İlk cümle. Her şeyi başlatan cümle. Karanlıkta duyulan, belli belirsiz yankılanan, bir sır fısıldarcasına gelip beni bulan... Birdenbire, sanki içten gelen bir patlamayla tutuşan, suskun, sırsız gecede alevler içinde kalan sözcükler... Yanarak düşen insanların dünyasına... Teker teker sönen, küle ve kabuğa dönüşen, rüzgâra dağılan sözcükler... Yer yokmuşçasına onlara insanların gecesinde...
Hayatta başına gelebilecek en korkunç şey, bir sevdiğinin kaybolması demişti. Bir yandan sağ olduğunu umarsın, beklersin, günlerce, yıllarca beklersin. Ama aslında bilirsin.
Bir istasyon kahvesindeyiz, son treni bekliyoruz. Yağmur bir başlayıp bir kesiliyor. Tentenin altındaki bütün masalar kapılmış, peçeteyle kuruladığımız sandalyelere oturmuşuz.
(Haftalar sonra, açık pencerenin önündeyim. Geceden kalma hantal bir gölge gibi, gözlerim boşluğa, kendi geçmişime dikili. Söylenenle söylenmeyenin, olmuş bitmişle hiç bitmeyenin muğlak sınırında bekliyorum. Kabaran korkularım, telve gibi tel tel olmuş, soğumuş, acılaşmış duygularım, kül kokan parmaklarımla bir sözcük, bir sözcük daha dileniyorum suskunluğundan dünyanın. Belleğin bomboş odalarına açılan upuzun, ıssız bir koridorda durmuş, çağrılmadan girmeyi bekliyorum kendi hikâyeme. Satırları hızla silinen, eğreti, çatısız hikâyeme...)
—Gerçek bir trajediydi ve bu trajediyi sonuna dek yaşadığım için neredeyse minnet duydum hayata. Benim için en korkunç şeyler, korkunç diye tanımlayamadıklarımdı. Nedenini bir türlü anlamadığım kötülükler, zorbalıklar, arkadan vurmalar... Fare gibi yerler insanın ruhunu, tadına bile bakmadan. Sırf yemiş olmak için, ruhunla yapacak daha iyi bir şey bulamadıkları için... Oysa yas, bazen çözülüp dağılmaktan korur insanı, bir mumyayı bir arada tutan sargılar gibi.
Gözlerim masaya, sanki ısrarla aradağım kendi yansımama dikili, konuştukça konuşuyorum. Neredeyse soluk bile almadan, bir karşılık, bir itiraz, bir teselli için fırsat tanımadan... Kahvenin ışıkları söndürülmüş, boş fincanları çoktandır kimse kaldırmıyor.
Bir Orta Avrupa kentinde cumartesi gecesi. Hazırlığı aylar süren festival, Ayrımcılığa Karşı Müzik Festivali, saatler önce başlamış, yağmura rağmen bütün hızıyla sürüyor. Kalabalıklar, ezgiler, bağırışlar, kahkahalar... Dört yandan gelen reggae, rock ritmleri... Birer kahve daha içelim mi?Masayı kaplamış fincanlara, sigara paketlerine, boyunluğa ve bastona iri damlalar düşüyor.
Girişinde iki devasa saatin, yeşil kanatlı meleklerin olduğu istasyon hareketli bu gece. Taşkın, coşkulu, gürültücü gençler alanı doldurmuş. Oysa kahvede oturmuş, sessizce içenlerin hemen hepsi yalnız. Karanlıkta daha da yalnız, sır dolu görünüyorlar. Giderek daha uzun, cüretkâr bakıyorlar birbirlerine, herhangi bir beklentiden çok sitem yüklü bakışları, içten içe yansa da, kalın bir buz tabakasıyla kaplı.
Festival sürüyor, uyku tutmuyor kenti. Yağmur bir başlayıp bir kesiliyor. İki kadın bir istasyon kahvesindeyiz. Çok sevdiğim biri vardı diyorum, çıkarıp masaya yüreğimi koyuyorum, kuşlar konuşurdu onunla.Bir sigara yakıyor, yüzü bir anlığına aydınlanıyor, sonra tekrar karanlığa gömülüyor. Kız kardeşim İzmir'de kaybolduğunda daha 22 yaşındaydı.Küllükler yağmur suyuyla doluyor, iki çırılçıplak yürek durmamacasına kanıyor.
Gece trenine birkaç dakika kalmış, o bastonuna dayanıyor, ben boyunluğumu takıyorum, hızla perona yürüyoruz. İçkili birkaç genç laf atıyor, şaşırarak yüzüne bakıyorum, kahkahalarla gülüyoruz.
Az sonra, boyunluklu kadın arkadaşını geçirip tek başına dışarı çıkacak. İki devasa saatin, taştan meleklerin arasında, yağmurun altında kıpırdamadan duracak. Bu kez ışık vuracak yüzüne ve aynı gençler suskunlaşacak. Belki yaşını, belki boyunluğunu, belki ağlamış olduğunu ilk kez fark ettiklerinden...


Köşe Yazıları

Gece treni (2) / 19.07.2010

Baştan başlayalım. İlk cümle. Her şeyi başlatan cümle. Karanlıkta duyulan, belli belirsiz yankılanan, bir sır fısıldarcasına gelip beni bulan. Sanki içten gelen bir parlamayla tutuşan, sınırsız, sırsız gecede ansızın alev alan sözcükler. Alevler içinde düşen insanların dünyasına. Teker teker sessizce sönen, küle ve kabuğa dönüşen, bu dünyanın gecesinde, rüzgâra dağılan sözcükler.
Hayatta başına gelebilecek en korkunç şey bir sevdiğinin kaybolması,demişti. Her gün, her an çıkıp gelmesini beklersin, her yerde ondan bir işaret ararsın. Beklersin. Ararsın. Beklersin. Aslında ne başı, ne de sonu vardır bir hikâyenin. Ne yazık ki, şükür ki, hayatı hikâyelendirmeden anlatmak hemen hemen mümkün değil. Yer: Bir Orta Avrupa kenti. İstasyon. Cumartesi gecesi. Ayrımcılığa Karşı Müzik Festivali saatlerdir sürüyor. Kişiler: Kırklarında iki kadın. Biri uzunca,zayıf, boyunluklu. Yabani, ısrarlı, umutsuz bakışları en belirgin özelliği. Diğeri uzun kıvırcık saçlı, ufak tefek ama kol ve boyun kasları dikkat çekiyor. Ateş gibi yanan gözleri, ani, amansız, coşkulu kahkahası en belirgin özellikleri. Ondört ameliyattan sonra bastonla yürüyor.
Her kentin bir karnavalı olsa. Maskelerimizi takıp sokaklara dökülsek, hep birlikte çığlık
çığlığa dans etsek. Ölüleri çağırsak aramıza, ölü kılığında yeniden doğsak!
Bir başlayıp bir kesilen yağmura rağmen festival bütün hızıyla sürüyor, kenti uyku tutmuyor. Taşkın kalabalıklar, bağırışlar, ezgiler, kahkahalar. İç içe geçen ritimler. Afrika davulları. Bir istasyon kahvesinde, gece trenini bekliyoruz. Tentenin altındaki yerler kapılmış, sandalyelerini peçeteyle kuruladığımız ıslak, kirli bir masaya oturmuşuz.
Kız kardeşim kaybolduğunda daha 22 yaşındaydı. Öğrenemedim, nerede, dağda mı, nasıl? Mezarı nerede?
Ben bilmek istemezdim. Çünkü ancak böyle her an gidebilirim onun yanına. Yaşayanlar, bu dünyadakiler bana git! dediğinde, gidiyor, her şeyi bağışlamışçasına geri dönüyorum. Bağışlamayı öğrenmek için gidiyorum ölülerin yanına.
Çoktandır kimsenin el sürmediği fincanlara, masadaki öteberinin arasına gizlenmeye çalışan kemik beyazlığındaki bastonla boyunluğun üzerine iri, ağır damlalar düşüyor. Küllükler yağmur suyuyla dolup taşıyor. Çok sevdiğim biri vardı, kuşlar konuşurdu onunla diyorum, çıkarıp masaya yüreğimi koyuyorum. (Korkutucudur çıplak,kan içinde bir yürek, kimseden bekleyemezsin onu avuçlarına almasını.) Uğruna yaşanacak hiçbir şey yok mu bu dünyada? diye yazmıştı kız kardeşim son mektubunda. Yoksa ben mi bulamadım?
Baştan başlayalım. İlk cümle. Ben ayrımcılığı bilirim. Kürdüm, Kızılbaşım, kadınım. Engelliyim.Sanki bir maşayı uzatıp ateşin içinden alıyor sözcüklerini, gecede alev alev yanmaya, küle ve kabuğa dönüşmeye bırakıyor.
Göçmensin üstelik, diye ekliyorum, neredeyse acımasızca. Böylesine yalın, kesin ve tam, sonsuzca anlamlı sözcükleri ironiye sığınmadan söyleyemem. Ben de kadınım. Yoksulum, yalnızım, yorgunum, yazarım. Biraz göçmen, biraz engelli sayılırım. (Sözcüklerden beceriksizce bir çelenk yapmaya çalışıyorum, kendim için değil, sanırım onun için. Belki yağmurun altında, bizden bile uzaklarda kendi başlarına atmaya devam eden iki yorgun yürek için. Durmamacasına atan, yalnızca hayat adına yaralarını, umutlarını onaran) Ama en kötüsü kadın olmak, değil mi? İlk kez gülüyoruz. Vahşi, coşkulu, taşkın kahkahalar.
Gece trenine birkaç dakika kalmış, bastonuna dayanıyor, hızla perona yürüyoruz. Birkaç genç laf atıyor, şaşırıyor, şaşkınlığımıza gülüyoruz. Az sonra, boyunluklu kadın arkadaşını geçirip tek başına dışarı çıkacak, iri, ağır damlaların altında kıpırdamadan duracak. Bu kez ışık vuracak yüzüne, aynı gençler suskunlaşacak. Ağlamış olduğunu fark edecekler.
Ben Maraş katliamından sağ çıktım, demişti o gece. Belki de buydu ilk cümle, başı ve sonu olmayan, aslında bir hikâye bile olmayan bu hikâyeyi başlatan cümle.

Alıntılar: http://www.aslierdogan.com/

Kasım 14, 2010

Şiir ve müzik...

Eski avluda

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;
Çalıda sarı bir çiğdemim ben
Ve senin çok eski cümlen.

Sen otursan, gitmemiş ki! olsan
Ben sana bir eski Endülüs avlusu
İstersen serin bir Portofino getirsem
Ya da Yedigöllerin yedisini birden.

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;

Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken
Buldum buluşturdum kendime geldim
Tek eksik sensin! İncecik, çilli bir dille
sen de gelsen.

Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
Begonviller ve bir mavi kapı
Ve illa amansız bir avlu getirsem.

Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en gümüş cümlem:

İçimi açtım sana.
İçini açmak için.

Birhan Keskin


Kasım 13, 2010

Gil Scott-Heron - Me And The Devil

Arkadaşım sayesinde dinlemiştim ilk kez. Dün gece de bir mekanda yeniden denk gelince güne bu şarkıyla başladım.



Dahası için : http://www.myspace.com/gilscottheron

Kasım 09, 2010

Birsen Tezer - Aşk Bu Değil


Sevgili Birsen Tezer :) Kendisini ilk kez Zuhal Olcay sesinden dinlemeye doyamadığım (tabi ki Bülent Ortaçgil ayrı güzel söyler) "Çığlık Çığlığa" cover'ıyla tanımıştım. Henüz canlı performansını dinleyemedim -bir kere niyetlendim hem de kadıköy'e kadar gelmişti ama program saati o kadar erkenmiş ki hiçbir şekilde yetişemezmişim :) mekana gidince öğrenmiş oldum- bir çok sanatçıya düet yapmış ve yıllar sonra kendi albümünü de Kalan müzikten yayınlamış. Albümünün adı Cihan ve albüm kapağı da çok çok güzel. Tam bir müzik kadını. Kendisi hakkında bilgi için: http://www.birsentezer.com/
Yorumlar ve etkileri için de : http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=birsen%20tezer
Albüm için: http://www.filestube.com/search.html?q=birsen+tezer&select=All
Bülent Ortaçgil ile "kimseye anlatmadım" düetini şiddetle dinlemenizi öneririm ki yıllardır yılmadan dinlemişliğim vardır. :)

Ama bu gecenin şarkısı "aşk bu değil". Keyifle dinleyiniz :)


Şarkının albüm kaydını merak edenler için: http://www.youtube.com/watch?v=HmoIZtA3fYs

Kasım 05, 2010

Mor Müzayede

MOR ÇATI'nın 20. kuruluş yılı. Mor Müzayede'ye bir davetiye alın, bir kadının yaşamını değiştirin.
http://www.mormuzayede.com/

Mor Çatı dostu sanatçıların kostümleri Otto Santral’de 8 Kasım’da yapılacak açık artırmada satışa sunulacak. Şiddetten uzak yeni bir yaşama siz de destek verin!
Vakıfbank Beyoğlu Şubesi Hesap No (TL)
: 00158007285291667



Her 3 kadından 1'i şiddet görüyor. Napıyorlar? MOR ÇATI'yı arıyorlar. MOR ÇATI nasıl ayakta duracak?
http://www.morcati.org.tr/

"2 milyon İstanbullu" toplanıyor

İstanbul Boğazı’nda yapılması planlanan 3. Köprü’ye karşı çıkmak ve kesilecek olan 2 milyon ağacı savunmak için “2 Milyon İstanbullu”, 6 Kasım’da 20:00'de Galata Köprüsü’nde buluşacak.
http://www.2milyonistanbullu.com/

Orman Bakanlığı için hazırlanan resmî bir rapora göre 3. köprü projesi kapsamında İstanbul’da kesilen ve kesilecek toplam ağaç sayısı 2,5 milyonun üzerinde. Kesilmeyi bekleyen ağaç sayısı 1,6 milyon. Yok olacak toplam ormanlık alan 16 milyon metrekare.
Bu bir katliam!! Bu bir cinayet!!
Hiç kimsenin istemediği, mimarların, mühendislerin, şehir planlamacılarının, ulaşım uzmanlarının ve diğer bilim insanlarının “hiçbir şey için çözüm değil” dediği, trafiği azaltmayacağı, bilakis artıracağı istatistiklerle kanıtlanan 3. köprü projesi için katledilmeyi bekleyen milyonlarca ağaç.
Kökleriyle Toprak Ana’ya bağlı olmasalar kaçıp gidecekler. Ağızları olsa çığlık atıp yardım isteyecekler. Elleri olsa onları kesmeye gelenleri engelleyecekler… Ama bunların hiçbiri yok.
Öylece sonlarını bekliyorlar.
İstanbul’un 2 milyon ağacına ancak biz yardım edebiliriz. Onları katliamdan biz koruyabiliriz.
İstanbul’un 2 milyon ağacını KURTARABİLİRİZ!

Facebook grubu: http://www.facebook.com/group.php?gid=125145967523671

Twitter : https://twitter.com/2mlynistanbullu

Kasım 03, 2010

Oh My Goooooooooooooooooodddddddddd!!!!!

Bu gece kendim için bu şarkıyı postlamak istedim "arif olan anlar" sözüyle :)



http://www.myspace.com/idamaria linkinden hatuna bakarsınız...

Kasım 02, 2010

Norrda - İnfinite Face

Norrda ile 2 sene kadar önce myspace üzerinden tanışmıştım Ve vokalinin sesi her daim ninni gibi gelmiştir :) Gitar, perküsyon ve vokalden oluşan ve elektronik altyapılarla destekli benzeri pek olmayan bir gruptur.
Dinlemesi keyifli, klibi izlemesi de :) Bir diğer kliplerine de mutlaka göz atın, dansın müzikle birleşimine hayran kalacaksınız.
http://www.youtube.com/watch?v=pOGLJWn2pfw

Norrda'yı merak ettim daha da dinlemek isterim diyenler için : http://www.myspace.com/norrda
Albüm için : http://www.filestube.com/search.html?q=norrda&select=All

Kasım 01, 2010

Oi Va Voi - Dusty Road

Oi Va Voi'nin 2009 Travelling The Face Of The Globe albümünden oldukça keyifli bir parçadır. Kemancısı Anna Phoebe'ye ayrıca bir sevgim vardır ama grubun her bir üyesi de ayrı ayrı sevilesidir.
Bir blog sayesinde "ti" ile the canal sessions kayıtlarında canlı performanslarını dinledik. Çok keyifli bir iş yapmışlar, bir çok grup bir kanal içinde giden teknede tek mikrofon ve herhangi bir ek ekipman olmadan yanınızda söylermişcesine takılıyorlar. http://www.thecanalsessions.com/ adresinden izleyebilirsiniz.
Oi Va Voi İstanbul'a hemen hemen her sene gelir ama biz gidemeyiz- bunu da anlamış değilim :(- Artık kendime ayrıca bir söz verdim, bu grubu ya tr'de dinliycem ya da artık hangi ülkedelerse. Üşengelik yok :)

Son albümlerine http://www.filestube.com/search.html?q=oi+va+voi+travelling+the+face+of+the+globe&select=All üzerinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca grubun Laughter Through Tears albümünü de tavsiye ederim.

Grup hakkında bilgi için :
http://www.myspace.com/oivavoi
http://www.oi-va-voi.com/music/

Le Concert - Paris'te Son Konser

Cyrano'nun yerini hiçbir film alamayacak ama bu filmin hergün son 20 dakikasını açıp izlediğim de bir gerçek. O kadar çok etkilendim ki sadece 3-4 dakikalık bir karesi her gece düşlerime giriyor. Kemana yeniden asıldığım bu sıralar beni hırslandırıyor sanırım. Belki de içimde yatan bir yeri durmadan oynatıyor :)
Müzik aşığı biriyseniz sizi de mutlaka etkileyecektir.
Tchaikovsky'nin muhteşem D major konçertosu herşeye yetiyor zaten :) İyi seyirler.


Film hakkında detaylar için: http://www.leconcert-lefilm.com

Finali filmin tadı kaçmasın diye paylaşamadığımdan diğer sevdiğim bir kareyi gösterelim :)

PS: Tchaikovsky'nin D major konçertosunu Itzhak Perlman yorumundan da dinlemenizi tavsiye ederim :)

Ekim 31, 2010

Antony and The Johnsons feat Björk - Flétta

Yeni albümü dinleme keyfindeyken aradan gelen Björk vokali tüylerimi yine diken diken ederek kilitlenmeme neden oldu. Bu sıralar Adam Hurst ve bu şarkıyı dinliyorum.
http://www.swanlights.com/ adresinden albüm bilgilerine ulaşılabilir. http://www.filestube.com/search.html?q=swanlights+&select=All adresinden albümü indirebilirsiniz. İyi pazarlar :)


Ekim 27, 2010

Le Herisson - The Hedgehog (Yaşamaya Değer)

Öncelikle filmden kısaca bahsedelim. Romandan uyarlanan bu muhteşem film (Muriel Barbery - 'L'Elégance du Hérrison) kendi yalnızlığına gömülmüş karakterlerin bir apartmanda kesişen hayatlarını ele alıyor. Baş karakterlerden Paloma'nın yaklaşan doğum gününde intihar etme düşüncesiyle başlayan film, apartman kapıcısı olan Reneê ile dostluğu sonucunda ve sonrasında gelen süpriz gelişmelerle sizi derin düşüncelere itiyor. Eşsiz finali istemeden içinizi burkacak şimdiden söyleyeyim :)
Filmin web sitesinden fragman ve oyuncu bilgilerine ulaşabilirsiniz: http://thehedgehogmovie.com

Filmin müzikleri Gabriel Yared'e ait. Ve içlerinde en sevdiğimi paylaşmak istedim.Mutlaka tüm albümü dinleyin derim...

Ekim 26, 2010

DINJI RINJI BUBAMARA :)

Filmi çok zaman oldu izleyeli ama müzikleriyle en son Olympos tatilinde yeniden buluşmuştum. Dün ki fishtank ensemble'dan sonra bugün yine aynı grubun şarkılarına bakınırken birden Ciocarlia'yı bulunca daha çok mutlu oldum. Sonrasında "Black cat - White cat" müziklerindeydim, herşey birbirini takip etti :)
Keşke hergün böyle keyifle uyansam... DINJI RINJI BUBAMARAAAAAAAAAAAAAAAA

Ekim 25, 2010

Fishtank Ensemble - Woman in Sin

Kesinlikle keyfinizi yerine getirecek ve düşünceleri bir çırpıda uzaklaştıracak bir müzik. Günün şarkısını göndermiştim ama bunu da listeye ekliyorum :)
Kimdir bunlar için : http://www.myspace.com/fishtankensemble

Blindfold - Foggy Children

Ekim 11, 2010

Eylül 26, 2010

Mor ve Ötesi - Araf

Çok uzun zaman olmuştu mor ve ötesi dinlemeyeli. Yine ti sayesinde farkettiğim, sözlerinde kaybolduğum bir şarkı oldu.
Dinlerken de dilimden bunlar döküldü ara verdiğim yazma eylemlerimde;

"Hatırlıyorum, yokuş aşağı gidiyordum frensiz. Sonra bir şey oldu ve herşey sustu..."




Link: http://www.youtube.com/watch?v=TrKevlnYnqY

Eylül 12, 2010

Blonde Redhead - Black Guitar

Blonde Redhead'in Penny Sparkle albümünden. Ne iyi oldu yeniden bu seslere kavuşmak hem de yepyeni şarkılarla. Mucize gibi sesiyle kazu yine büyüledi beni.



Link: http://www.youtube.com/watch?v=mhZHifhvmQk

Eylül 08, 2010

Iron and Wine - Boy With a Coin

İlk dinlediğimde içindeki huzuru da sanırım bir solukta emdim. Kendi halindeymiş gibi hissettiren ama bir o kadar da sizi düşlerinize doğru sürükleyen bir ses. Huzuru anlıkta olsa kaybettiğinizde tavsiye ederim.

Bugün nedense bu şarkıyla uyandım. Danslar ve şarkının içindeki ritim yeniden gitme isteğimi tetikledi...




Youtube link: http://www.youtube.com/watch?v=KHw7gdJ14uQ
Diğer şarkıları için myspace: http://www.myspace.com/ironandwine

Albümlerine de http://www.filestube.com/i/iron+and+wine+rapidshare adresinden bakabilirsiniz.

.

"...
Malum; "uzun süre uçuruma bakar­san, uçurum da senin içine bakar."


Can Dündar

Özge DİRİK


ikincil ruhla pis-duvar buluşmaları - özge dir


on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk.
on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.

zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize.
pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık.
ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.

dahası an, tıbben ölüydü.
atık kamyonlarında mühürlü bir yürek
şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce
bir film setine emanet edilirdi belki,
korkuturdu yine bizi.

senin dünyanda vapur kalkınca
balıklar çamaşır yıkardı
içindeki hileli sayaçların aritmetiği
sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü

tırabzanlardan aşağıya
ayaklarını sallandırıp
annesine hınzır hınzır gülen o çocuk
uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi.
ama ikimiz de biliyorduk
elleri harita kadar acılı her annenin son görevi
çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti.

sağır ve dilsizler ülkesinde
kulaktan kulağa oynarken özgürlük düşün,
sigaranla aynıydı aşkının geleceği
duman hali.

şimdi biz,
yatırılmamış bir şans kuponu
pişmanlık olur en iyi ihtimalimiz.

oysa
mendil satar yine de bakardım bu kente
olsaydın içinde.

ist(a)kozyatağı

http://www.kuzeyyildizi.com/dergi/13/ikincil.ruhla.pis-duvar.bulusmalari-ozge.dir


Eylül 04, 2010

Sevim Burak - Yanık Saraylar

Sabah gözümü açmamla birlikte "yanık saraylar" geçti içimden. İlk tanıştığımda bu kitap ve yazarıyla bambaşka bir yerimin sızladığını farkettim. Alıntılara bakarken bir site de kitaba adını veren "yanık saraylar" öyküsüne rastladım. Keyifle okuyunuz :)

Yanık Saraylar

DEMİR KAPIDAN GİRDİLER
YEŞİLKÖY
YOL
KADIN
Uğraş düzeninin koridorlarından geçtiler- Artları sıra yürüdü- Odalar- Pencereler- Birbirini- Arayıp buldular- Tüm ayrıntılarıyla…
Kapılar – Anahtarlar- Kilitler -Yerine takıldı –Kuruldu- Çalışma yüzeyi.

YEŞİLKÖY
YOL
KADIN
Büyük kasalı odadan girdiler - Küçük kasalı odadan çıktılar.- Hassas, evrak katipleri- Süslü kalabalık- Aynalı koridorların içinden geçtiler - Çoğalarak yürüdüler
ZENGİN
ASİL
KİBARIZ dediler
Al bir ata binmiş genel müdür, yanındaki memur kalabalığını alıp daha da ilerilere götürdü.
KADIN
YEŞİLKÖY
TREN
Uğraş düzenine girdiler.- Çekirge’ de bir hamam- Eğridir Çarşısı’ nda bir sıra dükkan- Hazreti Yuşa Tepesi
KİBAR AKRABALAR DA YOLA ÇIKMIŞLARDIR…
Dudaklarında bir küçümseme
Et beni
İri bir
Kıl
Aynalara bakmışlardır…
MAYIS GÜNÜ – NİLÜFER – ŞEBBOY - TEVFİK BEY’İN ZEVCESİ
UZUN KİRPİKLİ KİRAZ HANIM - YÜZÜK YUTAN MUSLUK
TEVFİK BEY
Sirkeci’ ye yaklaşmışlardır - Yanık Saraylar - Alçak kollu şamdanlar - Kahve fincanı
BAHARDA YOLCULUK ETMEYİ SEVERLER
YEŞİLKÖY
YOL
KADIN
Uğraş düzenine girdiler.
UZUN – AĞIR - BİR GÜN - MAYIS GÜNÜ
NERGİSLER - FULYA TEYZE - NE YAPACAKTI?
YEŞİLKÖY - YOL - KADIN – MAYIS - GÜNÜ
Çantasında belgeleri- Tapu senedi - Makinenin başına oturdu - İşe başlamadan evvel
Bir dakika için kendini düşündü
“ SEVGİLİ KENDİM”
Yazdı- Dudaklarında acı bir gülümseme.- Uğraş düzeninin aynalarında kendine baktı-Gerçekten O,
KENDİSİ…
Hiç değişmemiş
YİRMİ YILIN DAKTİLOSU
İstemli insanların soyundan- Karanlıkta kalmış kadın yüzü – Boyasız – Sevisiz - Ölümsüz…
“ EVLADIM BEN” diye kendisini düşündü bir dakika için
Her şeyden - Uğraş düzeninden
Ayrıldı.
Kocaman dili ağzından kavis çizerekten çıktı - Havada dolaştı - Titredi
ESKİ HİKÂYELERİ anlattı
Eski soylu aileleri
Soylu kişileri
SEKSEN SEKİZ GÜNÜN DERTLERİNİ
Yeşilköy’ ü – Havuzu - Treni…
Akşamları, kendisiyle birlikte eve giren
Bir tepeyi - Bir kuleyi - Bir yolu - Denizin bir parçasını…
- Bir öğle üzeri ya saray tutuşursa? korkusuyla irkildiği anı ve başka bir gün, masanın üzerinde yarım bırakmış olduğu bir bardak çayı birlikte düşündü. Yıllar önce yaptığı neşeli bir sıçrama hareketiyle açılan çocukluk elbisesinin eteklerinden başlayarak- bahçeyi- çiçek isimlerini- Fulya Teyze’yi- Balkonu- Balkonun beyaz yüzünde kımıldayan gölgeleri- hatıra defterinde altın harflerle yazılmış unvanları- Türk Yılmaz şarkısını- Kazım Karabekir’in kırmızı siyah bayraklı bir arabayla Saray’a geldiği, yanağını okşadığı günü- Büyük kumandanların bazı sözlerini- Ali Yaver Paşa’nın iki kız evladına yazdığı “ İşte hayat işte emel, Vatan için sağlam Temel” şiirini- cenaze törenlerini- cenaze törenlerinin arkasından çıkarılan Japon işi mendilleri- gözyaşlarını- bağrışmaları- beyaz balkonun aşağı doğru sarkmasını- yanıyoruz seslerini- Saray yanıyor seslerini- su sesini- alevlerin sesini- çatırtıların, çöküşlerin sesini ve sessizliği… Kişileri yangında ölen koca bir ailenin, saltanatın, debdebenin yıkılışından sonra- tek başına kalışını- kendi ismiyle yaşama katıldığı gün SİMSİYAH DAKTİLO ÖNLÜĞÜNÜ üstüne giydiği dakikayı- aynalardaki hüzünlü görüntüsünü- sanki derinlere gömülü ANILARINI belirtiyormuş gibi acı gülümsemesini- ona ESRARLI bir güzellik veren BAKİRE BİR KIZ OLUŞUNU- ŞEREFİNİ- NAMUSUNU- yitirmeden yaşamasının kendi kendisinin ve başkalarının üstünde bıraktığı ESRARLI HAYRANLIĞI- ESRARLI HAYATINI- DÜŞÜNDÜ… Makinesinin başına geçip oturdu.
HAVUZ
FISKİYE
TREN yazdı
Gene uzun bir iş günü başlayacaktı
UZUN – AĞIR - BİR İŞ GÜNÜ - MAYIS GÜNÜ - NİLÜFERLER
ÇALIŞKAN ODACILAR birbirlerini selamladılar.
“ HOŞGELDİN EY BAHAR şarkısını söylediler...”
Uğraş düzeninin canavar düdükleri çaldı - Demir kapılar kapandı - Her şey bitmiş gibi
Koşuştu - Daktilo kızlar - Evrak katipleri - Odacılar…
Havada uçuştu - Beyaz senetler - Kopya kağıtları.
Kadın bunlardan birini havada yakalayarak makinesine geçirdi.
İskete - Cıva taşı - Balmumu
Yazdı.
Taa uzaklardan, soylu tüccarlar görünmeye başladı…
Otuz yıllık tüccarlar - Oldukça ihtiyarlamışlardı.
Her tarafta - Sığır bağırsağı - Kitre
Bol
Bol
Tüccarlar. - Çocukluğunun tüccarları…
En geride, en yaşlı bir tüccar - Aynaların önünde acemice dönüyordu - Kadını görmemiş gibi DALGINDI…
Kadınınsa onu görür görmez kalbi çıkacakmış gibi atmaya başladı
Tüyleri diken diken:
“ Baron Bahar” diye düşündü
Bu eski bir çığlıktı…
Uğraş düzenlerinin bir numaralı kurucusu
Birkaç kere – Milyoner - Erkeklerin erkeği
TAM BİR TAÇSIZ KRAL
Diye düşündü. Makinesine çift kopya kâğıt geçirerek
“ TAÇSIZ KRAL VE BEN”
yazdı.
Ayrıca TAM BİR AŞK EFSANESİ… Lakırdı söylemenin tam sırası… Diye düşündü
Aklında sinsice bir şeyler buldu. Bildiği şeyleri KENDİNE saklayacaktı:
“ SİZİ SEVİYORUM BARON BAHAR” dedi, haince. Baron Bahar, “ Bu eski şarkıdır, je vous aime beaucoup mademoiselle”
diye cevap verdi ve yumuşak bir sesle yere düştü.
Kadın yere düşen Baron Bahar’ı kaldırdı.
BANA NE SÖYLECEKSİNİZ?
Baron Bahar:
- Size söylemem gereken bazı gerçekler var, diye konuştu.
Kadın, bunları makinede yazmaya koyuldu
Konşimento – Manifesto – Çimento - Demir aksamı…
Baron Bahar’ın anlattığı şeyler tam bir hayat boyu sürdü.
DÜZ
UZUN
İNCE.
Yorgunluktan sinirleri üşümüş kadının kolu, birden omuz kemiğinden aşağı sarktı. Uğraş düzeninin korkunç makine gürültüsü durdu. Uğraş düzeninin korkunç gürültüsüne alışmış olan Baron Bahar, hayretler sessizliğin sesini dinlemeye koyuldu ve her şeyi anladı ilk kez…
SESSİZLİK
DÜZ
UZUN
İNCEYDİ
Ayrıca:
- Bu kadın kolu için yaşıyor; bense, paltom için yaşıyorum. Fakat bir HİÇ için yaşanır mı?
Diye düşündü.
Kadın yılların verdiği ustalıkla çıkan kolunu yerine taktı.

İYİCE YALNIZDI

Baron Bahar:
- Bu kadın ne jentile kadın, diye ağladı
Kadın eski bir alışkanlıkla ağlamadı.
Çantasından KENDİ DERTLERİNİ- Saray’ı- tapu senedini- kahve fincanını ve akraba fotoğraflarını çıkardı.
İYİCE DOST OLMUŞLARDI.
Baron Bahar, gözünde, yıllardan beri kendi kendine duran tek damla yaşı silerek fotoya eğildi:
- Şüphesiz güzel bir topluluktu. Şu ipek nakışlı, sofra örtüsü PEK GÜZELDİR. Ayrıca bu köprü ÇOK GÜZELDİR. Şu katedrali bilirim, GÜZELDİR…
Dedi.
Ben, oradan ayrılalı kaç yıl oldu? Çoktan beri görüşmemiştim diye düşündü.
Kadın, onun kafasından geçenlere cevap verdi:
- Hayır, Baron Bahar YEŞİLKÖY ANILARI BUNLAR
BENİM ANILARIM - BEN BU ANILARI – CANIMLA – KANIMLA - BESLEDİM
AYAKTA TUTTUM - YIKILMASINA ENGEL OLDUM - BU BOYA GETİRDİM
OKUTTUM – BÜYÜTTÜM – ÇİRKİN – GÜZEL - BENİM ÇOCUĞUM O…
SİZ KİM OLUYORSUNUZ DA
EVİMİ – BARKIMI – YIKMAK - İSTİYORSUNUZ?
BEN SİZE NE YAPTIM?
ÇALIŞTIM – ÇABALADIM – ELİMDEKİNİ – AVUCUMDAKİNİ - VERDİM
YEMEDİM – İÇMEDİM – YAŞAMADIM – EVLENMEDİM - GENÇ YAŞIMDA DUL KALDIM - KENDİ YAĞIMLA KAVRULDUM - YEŞİLKÖY YANGINLARINDA YANDIM
ANA TARAFINDAN ERMENİ KUMANDANI
ANTRANİK’E
BABA TARAFINDAN HİDİVLİ İSMAİL HAKKI BEY’E
DAYANIRIM, dedi.
“ ANILAR, İNSANLARI SEVER. ONLARI SAYARLAR
ÇOCUKLAR DA ANILARDAN KORKMAZLAR
ÇOCUK ANILARI BUNLAR”
diye ekledi.
Baron Bahar:
- Şimdi, hiç bilmediğim çocuklarla uğraşacağım. Oysa, biz de çocuk olduk bir vakitler…
Halbuki, biz de kendi havamızda yaşardık… Bizim de şarkılarımız vardı.
Biz de biliriz…
Bıraksalar…
dedi.
“ kadın elindeki fotoğrafları masanın üzerine yayarak… öndeki ince kaşlı Fulya Teyze’m – Onun yanındaki Pamuk hala’m – Pamuk Hala’mın yanındaki önündeki Faransız yenge’m – Macit Paşa Enişte’min Fransa’dan getirdiği karısı – ( ikinci resimde gene Fransız yengemi, Meşhur Adapazarı Çarkı’na dayanmış olarak görüyorsunuz) Macit Paşa Enişte’mle yirmi günlük evliymişler. Resmin üstünde “Adapazarı Çarkı’nda 20 yaşında bir İstanbul kızı” yazılı olduğu görülüyor. Bu da Fransızların, Türkleri, Türk ailelerini Macit Paşa Enişte’mi ve Türk yemeklerini ne kadar sevip benimsemiş olduğunu gösteriyor. Fransız yengemin solundaki Fulya Teyze’min Frensızca Öğretmeni Monsieur Jak, önlüklü şişman kadın Ermeni Yayacığım Arusyak’tır.”
ARUSYAK’LA MÜSYÜ JAK
MÜSYÜ JAK’LA ARUSYAK
Görüyorsunuz ki;
TAM ASİL BİR AİLE
KÖŞESİ
Diye ilave etti
“On yaşın anıları bunlar, MESELA YİRMİ YAŞIN ANILARI BAŞKADIR” Bu yaşta insan, KENDİ DÜŞÜNCELERİNİ KEŞFETMEK çin uğraşır.
Dudaklarında acı bir çizgi – Artık, parmaklıklı karyolada yatan sevimli bir kız çocuğu değildim – İlerde kuracağım yuvanın heybetini düşünüyordum- Sol elimde bir gül tutuyordum, sağ avucumun içinde boynumdan kopan madalyonumu sıkıyordum – Ellerimi sekizinci kez yıkamıştım – Gündüzden, geceyi tertemiz yatağıma, karanfil kokan yastığıma başımı koyacağım mutlu anı düşünüyordum – gece olup da mavi badanalı odamda turuncu ışıklar yandı mıydı o güne kadar el sürülmemiş oyuncaklarımı çıkarıyordum – Lekesiz ve temizdiler – Yaşları yoktu onların – Bana verilmiş her şey çekmecelerimde saklıdır – Elmaları – Üç portakalın ikisini – Sabun parçalarını – Bebeklik patiğimi – Şemsiye saplarını – Ortası delik düğün paralarını – Nikah şekerlerini saklarım – Kutulara – Paketlere – Bohçalara yerleştiririm.
AİLE KUTSAL BİR SIRDIR
SİZE BUNLARDAN BAHSEDECEK DEĞİLİM
BAZI SIRLAR AİLENİN KUTSALLIĞINI ARTTIRIR
Ayrıca:
Bir çocuk bazen bir büyüktür. Büyüdükçe ailenin benzeri olur, bu da aileyi birbirine daha çok yaklaştırır. Bana söylenen her sözü ezberliyor ödevlerimi yerine getiriyorum. Fulya Teyze’m odasından çıkmazsa acaba bir şey mi oldu? Sakın aklına kötü bir düşünce saplanmış olmasın? Üzülüp canına kıymaya kalkmasın diye kapısının önünde bekliyorum; titriyorum, anahtar deliğinden;
- Fulya Teyze, Fulya Teyze beni hatırladınız mı? Diyorum.
İçerden bir ses:
- Sen benim elime kundakta geldin, diye cevap veriyor. Öksüz bir çocuktun. Annen baban boğulmuşlardı. Zümrüt ve yakutla işlemeli baha biçilmez bir sandık içindeydin…Korkma. Artık sokakta kalmayacaksın; Ayrıca senden çok memnunum; Fakat daha çok gözüme girmeye bak, kendini sevdirmeye çalış.
BEN ÖLÜNCE - BU SARAY – ANILAR - VE KAHVE FİNCANI - SANA KALACAK…
“ Hayatın, bana ne hazırladığını bilmiyorum o zamanlar.”
Bazı kimselerin, bu yaşta, kıskanç hayatı olur.
BENİMKİ – TAM – NEŞELİ – SEVİNÇLİ - BİR HAYATTI.
“Böyle genç kızları ev halkı sevinç içinde seyreder.” Yatak odam – ellerimi yıkadığım çinili lavabo – çekmecelerimle mesut bir hayat yaşıyordum. Kim bilir kaç bedbaht genç kız benim yerimde olmak isterdi? Akşamları temiz yatağıma uzandığımda, vücudumdan bir türlü ayrılmayan ahşap parçalar Fulya Teyze’min eviydi. Ben de sarayın eşyalarından bir parça gibiydim. Hayatım bu Saray’da başladı. Fulya Teyze’m benim gözlerimi gördüğü zaman ( TAM BİR EFSANE- TAM BİR ÇOCUK MASALI) diye bağırmış. La Traviata dinliyormuş.
Ayaklarının ucunda Paris’ten diplomalı bir köpek uyuyormuş- Masanın üstünde meyveler ve çiçekler görülüyormuş – devamlı olarak haç çıkarıyormuş -
BENİMSE, NEDEN HİÇ AĞLAMADIĞIM BİR SIRDIR
BU NE FEVKALADE FELSEFE?
HAYATIMA ÜZÜLMEDİĞİM İÇİN KİM SUÇLU?
“ Bazı, ana tarafımın, ailemin, Büyük Kumandan ANTRANİK’LE nehirden geçerken boğulduklarını, ayaklarından birbirlerine kalın zincirlerle bağlı olduklarını ZAP Nehri’nin sularının, soğuk ve çok kötü olduğunu; bazen de, birkaç kişinin kurtulduğunu, beni kucaklarında taşıyıp, Fulya Teyze’ye bıraktıktan sonra tekrar nehre dönüp boğulduklarını düşünüyorum.”
NERDEN OKUDUM BUNU? - HAYATA NASIL BAŞLADIM? - NERDEN GELDİM?
BENİM İÇİN BİR SIR - O’NU KİM ÇEKTİ VURDU?
SİZ, Baron Bahar, hayatın dehşetini hiç düşünmüyorsunuz:
HER ŞEYİNİZ VAR - OTOMOBİLİNİZ - YATINIZ
7 CÜCELİ EVİNİZ – BONOLARINIZ - ÇOCUKLARINIZ
BENSE, ÖLÜMDEN KORKMAYACAK KADAR YALNIZIM.
Baron Bahar, kadını, iyiden iyiye sevmişti. “ Bu daktilo çok iyi bir daktilo; Ondan çok memnunum. Çok iyi bir daktilo bu,” diye düşündü.
Kadın, Baron Bahar’ın düşüncelerini okumuş gibi:
- Teşekkür ederim;
HAYAT HEP O HAYAT - DERTLER HEP O DERT - BU HAYATIN DERTLERİ
BİZİM DE DERTLERİMİZ
DEĞİŞEN BİZİZ - YOKSA DERTLER - BİTİP TÜKENİR - GİBİ DEĞİL
DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK
Diye ekledi
Baron Bahar: HER ŞEYİ BİLİRSİN
SEN NE BİÇİM ŞEYSİN - SEN BİR İÇİM SU GİBİ
BİR ŞEYSİN dedi: ve, başını, kadının dizlerine sürdü:
BİZİM DE DERTLERİMİZ VAR
BİZ DE DİŞ GEÇİRİRDİK
YOKSA İŞTAHIM YOK
YERDİK… diye konuşarak kadının kolunu hafifçe ısırdı. Kadın, makinesine çift kopya kağıdı geçirerek anlatmasına, ara vermeyerek devam etti. Fulya Teyze’m, Saray’ın balkonunda oturuyor bir elinde kahve fincanını tutuyor, kırmızı tırnaklı parmaklarından birini Müsyü Jak’ın burnuna doğru nazik bir şekilde sallayarak: Bana öğretmek için niye bu kelimeleri seçtiniz? LAISSEZ moi vous baisser.
Sizi gidi yaramaz çocuk sizi.
BEN - BU HAYATI – DİŞİMLE – TIRNAĞIMLA – KAZANDIM - SOKAKTA BULMADIM - YÜZ GÜN MÜCADELE ETTİM
SİZ BİR ERKEKSİNİZ - İSTEDİĞİNİZ YERDE YATABİLİRSİNİZ
BENSE - BEN - BİR CANAVAR DEĞİLİM
BİR KADINIM dedi.
BİR YAZ GÜNÜYDÜ FAKAT HER TARAF KARANLIKTI.
Fulya Teyze’m balkonunda oturuyordu. Elindeki fincanla aramda bir bağlantı oldu. Gözlerimi fincandan ayıramıyordum. Fulya Teyze’min kırmızı tırnaklarıyla fincana hafif hafif vurduğunu gördüm. Fincandan çın çın sesler çıkmaya başladı. Fincanı kırmızı tırnaklı pençelerden kurtarmak istiyordum. Çın çın çın çın. Fulya Teyze’min tırnakları, fincanın ince derisinde çizikler, yaralar açmaya başladı. Çın çın çın. Bu sesler, bahçenin her yanından duyulmaya başladı. Fincan, beni çağırıyor, sesleniyor, onu alamıyordum Fulya Teyze’den.
O, canlı bir varlıktı
O, tılsımlı bir oyuncaktı
Çocukluk günlerimin sesiydi
Çocukluğumun en büyük hastalığıydı…
Fincanı bana ver- fincan – fincan – diye bağırıyordum.
Fulya Teyze’m duymuyordu.
Günlerce, Fulya Teyze’min anlamadığı bir dil konuşmaya başladım.
FA ÜSTÜN FA
FİN ÜSTÜN FİN
CAN ÜSTÜN CAN
TOP ÜSTÜN TOP
Kırk gün – Eşyalarla – Kiremitlerle – Taşlarla – Kuşlarla – Konuştum. Küçük kuşların havada uçuşması acıklıydı – Fincan hala Fulya Teyze’min parmakları arasındaydı – Fincanı almak için, Fulya Teyze’min ölmesini bekledim.
HER ŞEYDEN EVVEL TERBİYE MESELESİ…SİZ BARON BAHAR
SOYLU BİR KİŞİSİNİZ
72 MİLLETİN ÜSTÜNDESİNİZ
BANKADA PARANIZ VAR
FAİZLE PARA VERİYORSUNUZ
SİZİ TEBRİK EDERİM dedi.
Baron Bahar, bu kadının gözü yükseklerde, benimse gözüm görmüyor. BİZİM DE İŞLERİMİZ VAR ALMANYA’DA diye düşündü.
Kadın, makinesine çift kopya kağıt taktı, yazarak, anlatmasına devam etti.
“ SEVGİLİ OYUNCAKLARIM - PAMUK HALA’M - ÜÇ PORTAKALIM - YAYACIĞIM
KUTULARIM - BEBEKLİK PATİĞİM - KRALİÇE BİÇİMİNDE ŞAPKAM ANAHTARLARIM – PENCERELERİM - ODAM ELVEDA BEN GELİNCEYE KADAR USLU OTURUN - SAKIN YARAMAZLIK YAPMAYIN
SAHİBİNİZİN UFAK BİR İŞİ VAR DEDİM ÖLÜM.”
BİR GÜN EVVELİNDEN HAZIRLIKLIYDIM - YÜRÜMEYE BAŞLADIM - GÜZEL BİR GÜNDÜ- NE GÜZEL BİR GÜNDÜ - BAŞTAN BAŞA YENİ BİR ÜLKEYE GİRER GİBİYDİM
DÜZ VE EĞRİ BÜTÜN ÇİZGİLERDEN GEÇTİM. SARAY’A DOĞRU YOLLAR GİTTİKÇE BEYAZLAŞMAYA BAŞLADI. FULYA TEYZE’MİN OTURDUĞU BALKONA KADAR UZUN BİR TEBEŞİR ÇİZGİSİ ÜSTÜNDEN YÜRÜYORDUM. GÜRÜLTÜLER VE ÇINLAMALAR İKİ YANIMDAN AKIYORDU. FULYA TEYZE’MİN ELİ FİNCANIN ÜSTÜNDEYDİ. FİNCANDAN ÇIKAN ÇIN-ÇIN-ÇIN SESLERLE SARAY SALLANMAYA, PARÇALANMAYA BAŞLADI. ÇIN-ÇIN-ÇIN- BU SESLERLE YEŞİLKÖY - SOKAKLAR - VE – BEN – BİRLİKTE – AĞIR – AĞIR - SALLANIYORDUK
YIKIK DUVARLAR BÜYÜK ÇUKURLARDAN GEÇTİM.
DÖRT BİR YANINDAN ALEV ALMIŞ BALKON,
BAĞIRIŞMALAR ARASINDA AŞAĞI DOĞRU SARKTI. BÜTÜN GÜCÜMLE YERE OTURUP FULYA TEYZE, FULYA TEYZE! DİYE BAĞIRDIM - BİR HİÇ İÇİN İNSAN ÖLDÜRÜLÜR MÜ?
-BİRİ FİNCANDI
-BİRİYSE İNSAN
Baron Bahar – MEMLEKETTE FELAKET Mİ VAR? ACABA HANGİ KENT’TEYİM?
Rome
Paris
Zurich?
Baron Bahar Fift Avenue’ye saptı – Karşısına hayatında ilk kez gördüğü bir başka cadde çıktı – Oradan hiç bilmediği bir başka caddeye saptı – Önüne başka bir cadde çıktı – “Gitgide yok oluyorum.” Diye düşündü. Ve bilmediği başka bir caddeye doğru koşmaya başladı.

Anadoluhisarı, 1963



Yazı http://forum.mevsimsiz.net/index.php?showtopic=13108 adresinden alınmıştır.

The Duke Spirit - Sovereign

Güzel bir gecenin ardından aklımda en çok kalan şarkı bu oldu.



Link: http://www.youtube.com/watch?v=yZ9yf5IQG58

Eylül 02, 2010

Nilgün Marmara - Kırmızı Kahverengi Defter

"hayatın neresinden dönülse kârdır"

Uyandığımdan beri aklım Nilgün Marmara'da. Nereden geldi bende bilmiyorum ama en son "ti" ile baya oldu konuşalı. Kitabını bulamadığından yakınmıştı, bende bir dönem bakıp arayarak geçirmiştim. Bugün yeniden internet başında verdiğim savaş sonucu bulamadım. Yarın bir de akmar'daki kitapçımızla konuşucam. Belki içlerinden birisi bulabilir, şansa. Bahsettiğim kitap "kırmızı kahverengi defter". Yayınevine de ulaşamadım. Hoş, yayınlamadıkları ortada ama en azından bir şans var mı bilmek iyi gelebilirdi bünyeme. Sonra bakalım kimler severmiş derken bir blogta bulduğum ama en güzel alıntılardan birisi olan bölümü izinle paylaşmak istiyorum. Alıntı yaptığım blogu'da izlemenizi öneririm.

Blog adresi: http://cokkonustunsimdiyaz.blogspot.com

Yeryüzündeki aşk olasılığı ve süreci de karıncaların karşılaşmaları ve yaklaşık 10 saniye birbirlerine dokunmaları oranında.Ne zavallılık!

Bir yaşamın düşe eklenmesiyle bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiç bir ayrımı yok.
Bir de körler var kuşkusuz,kuşsuz.Hep karanlıkta düşünürler.
Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?
Başkaldırılmış düşünce bedenin aşık olurluğundan başka ne?

Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden kendimi bulamıyorum. Dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...

Kapı kimin üzerine kapatılıyorsa, o, dışarıda kalanın değildir.

Ah! yüzüne düşkün bazı kimseler vardır ve durumun böyle olması hiç de tuhaf değildir. Düşkündürler yüzlerine ve hayat kendi gözlerine bakar, yüzlerinden fışkıran kalemlerle! Ve yine de düşkündürler ölüme, yüz görümüyle, ölüme! Acı mı? Değil!Bir tapınma biçimi yalnızca kürke!!

Ölürken kahkahamı ona bırakacağım.

Kırmızı Kahverengi Defter/ Nilgün Marmara

Pj Harvey- Dancer

Sözlerine aldırmadan sadece dinlemek ve hissettirdiği kadarını almak...

Ağustos 30, 2010

.


Bir çocuk gülümsedi.
Bir adam kayboldu.
Çocuk “gitmeseydin” der gibi baktı.
Adam -hiç- ardına bakmadı.
Çocuk korktu.
Adam buldu.
Bu oyunda kadın yoktu...

Berk Öztürk'ten "dead love letter"

Bugün için bambaşka şeyler vardı aklımda, yaşadığım saçma bir geceden dolayı da olabilir. Onları karalamayı düşünüyordum ki buna rastlayana kadar. Berk Öztürk yine bana diyecek söz bırakmadı...




Diğer çalışmaları için :
http://berkozturk.deviantart.com/