Ocak 31, 2010

Emily Dickinson


"daha yalnız olunabilirdi, yalnızlık olmasaydı... "


1287
Ancak bir saat süren
Bu kısacık hayatta
-Ne kadar çok -ne kadar az şey-
Bizim elimizde


686
Diyorlar ki "zaman yatıştırır"
Oysa zaman asla yatıştırmadı-
Gerçek acı zamanla daha da artar
Yaşlandıkça artan kas ağrılarımız gibi-

Zaman kederlerin sınanmasıdır-
Ama çaresi değildir onların-
Böyle olduğunu söylüyorsa eğer
Olmaması gerekirdi hastalıkların


478
Nefret edecek zamanım yok-
Çünkü
Mezar engeller beni-
Ve hayat öylesine
Büyük değil
Sona erdirmek için -düşmanlığı

Ne de aşık olmaya zamanım var-
Ama değil mi ki
Uğraş gerek insanlara-
Ben diyorum ki:
Aşkın küçük tuzağı
Fazlasıyla büyük bana


301
Diyorum ki hayat kısa-
Ve acı -mutlak
Pek çok kişi yaralı,
Peki ne çıkar bundan?

Diyorum ki ölebiliriz-
En iyi yaşamsallık
Üstün değildir çürümekten,
Peki ne çıkar bundan?

Diyorum ki cennette-
Bir şekilde yeni bir
Eşitlik kurulacak-
Peki ne çıkar bundan?


423
Ayların sonu var -yılların- bir düğümün
Hiçbir güç çözemez
Çekip biraz daha uzatmak için
Sefaletin çilesini-

Yeryüzü yerine koyuyor bu yorgun yaşamları
Gizemli çekmecelerine-
Sonsuz bir istirahatten
Kuşkulanılamayacak kadar şefkatlice-

Gün yorgunu-
Çocuklar gibi tıpkı-
Onlar da -gürültülü oyuncaklarını
Bırakamazlar bir kenara -


341
Büyük bir acıdan sonra, vakur bir sessizlik gelir
Sinirler mezar taşları gibi törensel bir hal alır,
Katı yüreğin sorar, acı çeken o mu diye,
Dünden beri mi yüzyıllardan beri mi yoksa?

Ayaklar, kendiliğinden gezinmeye başlar-
Yerde, havada, her yerde
Tahta bir yolda
Farkında olmadan büyümüş,
Kuvarstan bir mutluluk, taştan.

Şimdi kurşun saati
Yaşadıkça anımsanan
Soğuktan donanların karı anımsaması gibi-
Ürperti-derken uyuşma- sonra koyvermek kendini-


217
Baba -sana- kendimi değil-
Bu hafif bir yük olurdu
Çekip gitmiş bir kalbi gatiriyorum
Alıkoyacak gücüm yoktu-

Kendi kalbimde taşıdığım bu kalp
Sonunda -ağırlaştı iyice
Yine de -daha tuhaf-daha ağır- gittiğinden beri
Senin için fazla mı büyük?


( Emily Dickinson / Seçme Şiirler / Bordo Siyah Dünya Klasikleri'nden )

Ocak 29, 2010

Baltimero.., Hiçbir yanlış yok




İnsanın gözlerine bir şehir üflerse, diline bir şehir kamçı olursa, kalbine o gümüş saplı bıçak değerse nasıl bir uzaklıktan bakarak anlatır bunca şeyi. O uzaklık neyse! İstanbul lodosundan arta kalan tek kuytu odada aklıma gelenleri çabucak yazmaya çalışıyorum. Sanki beni götürecek uçak birazdan kalkacak. Kalem kırılıp elimde kalacak. Kalbimi, tetikleyen silah patlayacak. Ama eninde sonunda bir şey olacak. Bazı şehirlere adım attığınızda sizi sonsuza dek o toprağa ait kılan bir büyü içine girersiniz. Trajediler, mutluluklar, ayrılıklar, binlerce yılın tozlarına serpilen hayat karşınıza çıkar. Şaşkınlıktan gözleriniz parlar, sevinci bol hüzünden payınıza kocaman dilimler ayrıldığını hissedersiniz.

Hiçbir karşılaşmanın nedensiz olmadığını yeniden anlarsınız. Hep yeniden anlamak.., hep yeniden başa dönmek, hep yeniden cesaretle olup biten arasında kalmak. Ama olacak olan her neyse o oluyor. Maalesef, olacak olan her neyse o olacak.

Mardin Midyat karayoluna bakan köylerden 'Doğan Çay'da güneşin bana anlattığı sızıyı dinliyorum. Diğer yerler gibi çoğu boşaltılmış olan tek katlı taş evlerden oluşuyor. Giden ailelerin bir çoğu Süryani. Başka bir dinin, başka bir ırkın gittikçe sessizleşen yalnızlığı boş mekanların içinde dolaşıyor. Güneşe rağmen insanın iliklerini donduran bir öğle vakti.

Sızı büyüyerek yayılıyor. Fotoğrafçı arkadaşlarla geldiğimiz köyü başka başka bakışlarla izliyoruz. Böyle durumlarda nereden başlayacağıma dair kafamda bir karışıklık oluyor. Her yerden, her noktadan çağrıldığımı hissediyorum. Adını koymakta zorlandığım bir şey var. Ne zaman adını koysam yanıldığım bir şey. Güneş gözlüklerimi iyice yerleştiriyorum şakaklarıma. Çünkü gözlerim kamaşıyor, ruhum kamaşıyor, bilgim kamaşıyor. Niye gittiler, niye gittiler.

Doğuyu bir misafir, bir turist gibi yaşamamaya kararlıyım. Bu inadım yüzünden fotoğrafçı arkadaşlarıma katılmayıp arabada kalmayı tercih ediyorum. Anlamaya, hissetmeye çalıştığım göçlerin ortasında kalıyorum. Taşların üstünde nefesinizle içinize alabileceğiniz büyük bir ışık duruyor. Gölgeli mantomla bu ışığın tek hedefi sanıyorum kendimi. Mor Gabriel Manastırı'ndan aldığım yeşil kağıtlara notlar yazarken arabaya doğru yaklaşan genç kızı fark ediyorum. Naylon torbasından bisküvi çıkartıp bana doğru uzatıyor. İlk sorusu İstanbul'dan gelip gelmediğimiz. Başımla onu onaylar onaylamaz yüzünde kuşkusunu gidermek isteyen başka ifade beliriyor.

"Acaba 'Baltimero' adında bir yazar tanıyor musunuz?.." 'Hayır ama araştırıp bu isimde bir yazar varsa bulabilirim' diyorum. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemez durumdayım. Gözlerinde birden bire patlayan mutluluğu, heyecanı anlatmak çok zor. Baltimero'yu bulma umudu dışında onu şaşırtan ya da sevindiren hiçbir duyguyu yaşamadığını düşünüyorum. Başka kitaplar yollayabileceğimi söylüyorum. Ama o başka kitaplarla ilgilenmiyor. 'Kitabın adı ne' diyorum. "Bilmiyorum" diyor. "Bağda dolaşırken yerde tek bir sayfa buldum. O kadar güzel anlatıyordu ki... Sayfanın sol köşesinde 1861 yazıyordu. Bir de Baltimero yazıyor. Hepsi bu... Gerçekten benim için çok önemli..."

Genç kızın sırtını verdiği köy mezarlığına, terkedilmiş taş evlere, ışığın kırılmasıyla görünmezlik kazanan karayoluna bakıyorum. Genç kızın yanına kim bilir hangi hikayelerden sonra uçup gelen tek sayfalık romana takılıyor aklım. En ilginç ve en yalnız romanın kendisi olduğunu bilmeyen ellere, avucuma dolan bisküvilere, benimle dalga geçen hayata bakıyorum. Hiçbir yanlış yok. Her şey yerli yerinde. Sessizliğimi Baltimero'yu bulamamak olarak algılayan kız hızla eteğinin arkasından cep telefonunu çıkartıyor. "Lütfen numaranızı verin" diyor. "Burada bazen telefonlar işlemiyor." O yoksulluğun ve sızının içinde eteğin arkasından çekilip suratıma bir silah gibi dayanan cep telefonuna güleyim mi, ağlayayım mı.., ne yapayım bilemiyorum.

Rüyalarımızın bile en büyük faşizmi olan teknolojik terör, bağların, yazmaların, aşkın, inancın, en saf dediğim gözlerin bile tek bekçisi. Filmini çeksen abartmış derler. Eğer bir gün Baltimero diye bir kitap veya yazar bulursam o kıza asla göndermeyeceğim. O cep telefonuyla kendine cep telefonlarına yaraşır hikayeler arasın.

Artık beni hiçbir şey şaşırtamaz dediğim oldu. Artık beni hiçbir şey üzemez dediğim de oldu. Çok büyük konuşmuşum. Hayat, sözümü ve yalnızlığımı kucaklayan kocaman kollarıyla hâlâ tek şaşkınlığım. Tıpkı masallardaki gibi, biraz önce gibi, sonsuza dek yanımda kalacakmış gibi... Akıp giden hikayelere bakıyorum, yanımda kulaklarıma gizlerini fısıldayan sesler birikiyor. O şiirin yanına gittim. O şiire korkacak kadar çok yaklaştım. O şiiri yakışıklı oğlum gibi sevdim.

Bazı insanlara, bazı kitaplara, bazı şiirlere, bazı rastlantılara ve bazı kaderlere inanmasanız bile borçlusunuzdur. Hâlâ Baltimero'yu arıyorum. Sadece kendim için. Sadece kendi doğumu yazıyorum. Onunla arama sokmam artık hiçbir şeyi. Donmama hakkımı kazanıyorum.

...

anlamıyorsun!
ben suskun yüzümde yüreğimi saklıyorum.
geceleri dolaştığım sokaklara adımı bırakıyorum,
beni daha çabuk bul diye
anlamıyorsun...

yürek nefessiz kalınca martılar çığlık çığlık dolaşırmış Haydarpaşa'da.
bunu hiç bilmiyorsun...

Ocak 26, 2010

Kayıp ruhlara...

Bugün; Kadıköy'ün soğuktan buz tutmuş, içindeki herşeyi kaybetmiş, gözlerinde anlam kalmamış, benliğini hiçliğe doğru akıtmış da kendini bulamamış, dili başka bir lisana doğru şekil değiştirmiş, karanlığını alkol kokutmuş, hep kendi gölgesinden korkmuş...... kayıp ruhlarla dolu o zehir sokağında dolaşırken birden bu şiiri anımsadım. Yeniden...

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz,
Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.

Behçet Necatigil

Neyzen Tevfik



GEÇER

Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,
Ömr-i fani gibidir; gün de geçer, dem de geçer,
Ram karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,
Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,
Gece gündüz yok olur an-ı dem adem de geçer.

Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi ?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun filimi,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer.

İbret aldın okudunsa şu yaman dünyadan,
Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan,
Niyyet-i hilkatı bu aşk-ı cihan aradan,
Önü yokdan, sonu yokdan bu kuru da'vadadan,
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.

Ne şeriat, ne tariykat, ne hakiykat, ne türe,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre,
Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre!
Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
Cennet iflas eder, efsane-i Adem de geçer.

Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne,
Girmemiştir bu avalim, bu bedyi' gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne .
Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
Hak olur pir-i mungan, sohbet-i hemdem de geçer


İstanbul - 1943

Kendi sesinden dinlemek için :
Turkcemuzik.com - Neyzen Tevfik - Geçer - MP3, Mp3ler, Mp3ü, Şarkı İndir

Ocak 25, 2010

Kristin Asbjornsen & Factotum



Filmden önce filmin şarkılarıyla tanışmıştım. Bu gece odamı dolduran huzur dolu sesinden sonra paylaşmaya karar verdim...

http://www.mediafire.com/?wzfwzfmmyyt adresinden "Factotum" albümüne ulaşabilirsiniz.
Bu albüm bir soundtrack albümü olmakla birlikte bizi Kristin Asbjornsen& Dadafon ile tanıştırma özelliğine sahiptir. "I wish to weep" şarkısı ile sizi oradan oraya alıp götürür, sesinin en inceldiği yerde başınızı omuzlarınızın arasında saatlerce saklama hissini yerleştirir... wish us luck kısmı ise en eğlenceli yeridir...
Peki kimdir bu Kristin.
Norveç asıllıdır. Dadafon isimli grubun vokali ve söz yazarıdır. Uzun bir süredir solo albüm çalışmalarına yön vermiştir. "Factotum" albümündeki bütün sözler Charles Bukowski'nin şiirlerinden oluşmaktadır. 1977 doğumludur ve jazz eğitimi almıştır. Sesi kadar kendisi de güzeldir : )

The Night Shines Like the Day isimli son albümü de muhteşemdir ve http://rapidshare.com/files/290776756/KristinA-06.rar linkinden indirilebilir.
Daha da detay istiyorum diyenler için:
http://www.kristinsong.com

evrenselbirmesaj


evrensel bir mesaj by ~enderefe on deviantART

Ocak 22, 2010

Tom Waits & Mule Variations



Hakkında ne yazsam diye düşündüm; biyografisini mi eklesem, yoksa uzun uzun anlatsam mı bana bıraktıklarını.... Sonra bu yoruma denk geldim. En iyisi direk bunu eklemek sanırım.

"..
tom waits, bir tren istasyonundan ilk hareket edecek herhangi bir treni beklemektedir. alacakaranlıktır zaman ve saçaklardan süzülen yağmur, roll dergsinin bize hatırlattığı can yücel'in dizelerini anımsatır.
"o adam ki hareket memuru
ikamete memur edilir mi hiç..."

tom waits yola koyulmuştur. elinde arka sokaklardan birinde salıverdiği bir yağmur köpeğinin ışıltısı tasması. o, geleceği düşünmez. çünkü bizzat gelecekten gelmektedir.

tom waits trenden iner. indiği yer, onun için zamanı ölçmek için kullandığı coğrafik bir araçtır. çantasında, eski bir gitarla birlikte şunlar vardır: bir kadın fotoğrafı, bir şişe jeam beam ve bir ufak şişe gözyaşı.

durmuş olan ve kullanmadığı saatinin arkasına nietzsche'nin şu sözünü kazımıştır: "intikamda ve aşkta kadın, erkekten daha barbardır."

indiği yerde bir an onu görenlerin ağzından şu sözler dökülür: "adamın resmen halesi var"

ve bu satırların yazarı, eski bir dostunun -neal cassady gibi- nerede olduğunu bilmemekte ve kendisine şu şekilde seslenmektedir: "kertenkelenin sırrını keşfettim. kopan tarafı bende. ölmeden görüşelim"

hayat, notaların arasında, bir lucky strike'ın ve jim beam'in ucunda akıp gitmektedir.
ve new york'ta güneş soğumakta, akşam olmaktadır. "

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=Tom+Waits


Muhteşem albümlerinden en sevdiğim için alttaki linki değerlendirebilirsiniz :)



http://rs242.rapidshare.com/files/118951489/1999_-_Mule_Variations.rar

Password :bunalti.com


MULE VARIATIONS
1- big in japan
2- lowside of the road
3- hold on
4- get behind the mule
5- house where nobody lives
6- cold water
7- pony
8- what's he building ?
9- black market baby
10- eyeball kid
11- picture in a frame
12- chocolate jesus
13- georgia lee
14- filipino box spring hog
15- take it with me
16- come on up to the house


Diğer albümleri için :
http://www.bunalti.com/?p=8843

Ocak 20, 2010

Birhan Keskin


-TAŞ PARÇALARI-
VI
ben seni hep sevgilim ben seni hep
yüzünden geçen dalgalardan okudum.
ellerine sevgi okudum gözlerine şefkat okudum
annen seni inkar etmişti
aldım etime dokudum.

VII
dünya ne ki sevgilim,
benim sana yaptığım kubbe yanında?
düşsün, olsun, bırak,
içinde yıldızlar patlıyor.
kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
ister sal kendini dünyaya, ister kal yanımda.
her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
yoluna baş koymak diyoruz
biz barbarlar buna.

X
ey duymayan insanı,
ey hayat dedikleri büyük kusur.
...

ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?

hani adalet?
bir kasım' dan öteki kasım' a
bir yanım kör bir yanım sağır.


XII
şimdi bir masaldan bir peri
sessizce dinlesin beni,
alsın yorgun başımı

alsın cümlemi
usulca kalbine koysun.

benim cümle taşıyacak halim yok


XVII
omurgamı aldın benim.
omurgamı aldın.
omurgamı aldın.
omurgamı.

niye?


XIX
Varla yok arasındayım
Varla yok arasındayım
Hep, varla yok arasındaydım.
Zaten.
Ben bilmedim ki
niye teyelliyim, niye?

Varla yok arasında
Varla yok arasında
Elimde bir kırık testi

Elimde bir kırık testi
Nereye bırakayım!


XX
Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.

bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.


XXIV
bir masal
bir taş ağırlığında olabilir mi?
olurmuş meğer.

birlikte bir masala inanmak istedim
ben seninle, sadece bu.
sen beni tek
tek
tek
bıraktın.

benim artık taş taşıyacak,
taş kaldıracak, taş atacak
halim mi var!


XXII
günler öylece kendi kendine geçsin diye
bir camın arkasında durdum
bana dokunmasın hiçbir şey
hiçbir şey yarama merhem olmasın
iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
bir camın arkasında durup
akan hayata ve zaman baktım.

bilirdim, biliyordum, biliyorum,
bittiğinde, geçtiğinde,
azaldığında sızı, iyileştiğimde,
o saman tadıyla karıştığında;
her şey daha acı olacak.



XXXII
ömrü gurbette geçenler gibiydim senin yanında
duymadın mı, çok söyledim?
o uzun gurbette,
ben senin "adalet" dye dye nası unufak olduğunu
gördüm.
göre göre, duya duya,
yine de bigane olarak her şeye.

bilmedin ki; ben senin gurbetinde delirmemek için
kalbimin aklıyla ördüğüm bir yıldızlı kubbede
yaşadım.

tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?

adaletin içinde bir zalim oturur.


XXXX
sözde kalır sevgilim
sözde kalır bütün sözler
aşk çünkü, aşk çünkü kendine
bir yol, bir ideoloji ister.

bilirim, çöl rüzgârında çalıdır bazı yaşlar.
sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
bir tarihe başlayacaksın, orası işte
benim tarihimle başlar.

ve say, geriye doğru, tek tek
sende kalsın şimdi al bu taşlar.


(Yol - Metis Yayınları)

İlhan Berk




YAVAŞ YAVAŞ GEÇTİM KALABALIKLARIN ARASINDAN

Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden.Dokundum
yavaş yavaş acıya,kuvarsa,şiire
yavaş yavaş tarttım suyu,anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece..


BİR KIYI KAHVESİNDE

Adaçaylarımızı söylemiş miydik?
Üç kişi bir köşede oturmuş ağ yamıyordu.
Kimimiz aznif oynuyor, cıgara üstüne cıgara
yakıyordu kimimiz. Sanki dünya durmuştu
öyle dalmış gitmiştik. Kendi kendimizdik.
Bir sürü kırlangıç dışarda camlara vuruyordu.
Birden bir ses, yüzüne karışmış bıyıkları,
-Deniz çekildi, dedi. Hepimize tutup
denizde gezdirdiği gözlerini. Büyük
bir boşluk bırakıp sonra da arkasında
Kalktı.
Biz işte o zaman gördük onu
ve çekilen denizi.
O zaman çıktık kendimizden.
Dışarda bir dilim ekmek gibiydi gök



SUNU

Ben bütün çizgilerde oldum bütün o çizgilerde
Her sefer böyle geldi vurdu yaşamama bir deniz
Aldı bir yaşamadan bir yaşamaya kodu nasıl
Al bir çocuk vardı o korkularda o gecelerde
Büyük ulu sular yudu beni çokum artık nasıl
Bir deniz size de gelir vurur elbet anlarsınız


YÜZ..


Biliyor musun sen bir şiirde ilk satırsın ilk sözcük
Beyaz bir gül
Beyaz bir gül ne kadar beyaz olursa o kadar
Ne kadar suysa bir su
O kadar

Ben en yakın yüzüm yüzüne
Uyandığın sabaha, yatağına
Birden bulup birden yitirdiğin bir şey olur ya,ona
Bir dağ okulunda ilk derslere giren çocuklara
İlk coğrafyacılara
İlk harflerine bir alfabenin.

Yüzün ki korkular verir bana ne zaman yüzümü tutsam yüzüne
Ben ki ölüme hiç eğilmedim hiç girmedi sözlüğüme
Belki sokağa ilk çıkan bir çocuktur ölüm
Belki senin bazen topuz yaptığın saçın
Bir yaban çiceği ya da ve daha ilk geliyordur dünyaya
Bir demet maydanozu koparıp bırakmak belki de.

Dedim ya hiç bilmiyorum arabı belki de benim sık sık çıkarıp
Baktığım bir fotoğrafın
Bıyıkları hep yüzüne düşen bir adama çektirdiğim
Bir suya bakarken
Bir suya
Duru mu duru ve daha sessiz ölümün kendinden.

Ben ki seninle aştım yasları
Koydum çağıma adımı.
Bir burukluğu yüzün gibi.


YOLDAN GEÇEN BİRİ


Bir kırlangıç bir su birikintisi bir parça gök.
Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.

Böyle diyordu yoldan geçen biri.


AŞK

Sen varken kötü diye birşey bilmiyorduk
Mutsuzluklar,bu karalar yaşamda yoktu
Sensiz karanlığın çizgisine koymuşlar umudu
Sensiz esenliğimizin üstünü çizmişler
Nicedir bir pencereden deniz güzel değil
Nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden.

Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar



İSTANBUL'DAN

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor

İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev
İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar
Boyunları bükük
Yorgun asabi kederli kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak

Sarı uzun yüzlü cesur işçiler
Dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar
Hiç konuşmuyorlar
Benim onları birer birer çalıştıkları yerlere götürüp bıraktığım
olmuştur
Hepsi dar kapanık yerlerde sıkıntılı işlerde çalışırlar
Hepsi deli gibi severler yaşamayı
Bu en önde giden grup
Tophane'de Dikimevi'nde çalışır
Sekiz kızdır ancak üçü evlenmiştir
Bu saçları darmadağın asık suratlı delikanlılar
Kömür işçisidir
Bu üç kız Beyoğlu'nda büyük bir mağazada tezgâhtar
Bunlar yol amelesidir
Bunlar vapur işçisi
Öbürleri duvarcı hamal ırgat kayıkçı
Hepsi bu gök altında sarmaş dolaş olmuş yürüyorlar

Dünyada işlerine giden insanları görmek kadar güzel bir şey yoktur
(Biliyorum artık akşama kadar onları hiç görmeyeceğim)

Durduğun yerden İstanbul köprüsü tramvayları mavnalarıyla
sanki yürüyor
Bu sislerin ve bulutların arasından en sonra harekete geçen Kız
Kulesi'dir
Kayıkların direkleri insanların üzerinde
Büyük bir bulut gelip durmuştur
İşte karın karına vermiş motorlardaki balıkların üstlerine yağmur
yağıyor
Bir defa olsun akıllarına gelmemiştir
Gözleri pırıl pırıl balıkların
Bir İstanbul göğü altında ağlamak

Hepsi denizde geçen hayatlarını düşünüyorlar
Dokunsanız ağlayacaklardır

İstanbul açları tokları hastalarıyla aynı kıta üzerinde bulunuyor

İLHAN BERK

Ocak 19, 2010

Chuck Palahniuk

"...
Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız...Hepimiz heba oluyoruz...Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş...Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz...Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz... Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız...Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık...Bizim savaşımız ruhani savaş... Ve bunalımımız kendi hayatlarımız..."

Pedro Almodovar / Los Abrazos Rotos-Broken Embraces


Harry Caine ismi uzun bir süre belleğimden silinmeyecek sanırım.
Film konusu, oyunculuğu ve renkleriyle muhteşemdi.
Benim asıl değinmek istediğim şarkıları olacak (etkisinin hala devam etmesinden kaynaklı.)
Cat Power - Werewolf şarkısıyla önce şaşırtıp, final sahnesinde gerek kemanlarla(Alberto Iglesias) gerek Miguel Poveda'nın yorumuyla beynimi tamami ile bulandıran şarkı...

linkten şarkıyı dinleyebilirsiniz..