Eylül 26, 2010

Mor ve Ötesi - Araf

Çok uzun zaman olmuştu mor ve ötesi dinlemeyeli. Yine ti sayesinde farkettiğim, sözlerinde kaybolduğum bir şarkı oldu.
Dinlerken de dilimden bunlar döküldü ara verdiğim yazma eylemlerimde;

"Hatırlıyorum, yokuş aşağı gidiyordum frensiz. Sonra bir şey oldu ve herşey sustu..."




Link: http://www.youtube.com/watch?v=TrKevlnYnqY

Eylül 12, 2010

Blonde Redhead - Black Guitar

Blonde Redhead'in Penny Sparkle albümünden. Ne iyi oldu yeniden bu seslere kavuşmak hem de yepyeni şarkılarla. Mucize gibi sesiyle kazu yine büyüledi beni.



Link: http://www.youtube.com/watch?v=mhZHifhvmQk

Eylül 08, 2010

Iron and Wine - Boy With a Coin

İlk dinlediğimde içindeki huzuru da sanırım bir solukta emdim. Kendi halindeymiş gibi hissettiren ama bir o kadar da sizi düşlerinize doğru sürükleyen bir ses. Huzuru anlıkta olsa kaybettiğinizde tavsiye ederim.

Bugün nedense bu şarkıyla uyandım. Danslar ve şarkının içindeki ritim yeniden gitme isteğimi tetikledi...




Youtube link: http://www.youtube.com/watch?v=KHw7gdJ14uQ
Diğer şarkıları için myspace: http://www.myspace.com/ironandwine

Albümlerine de http://www.filestube.com/i/iron+and+wine+rapidshare adresinden bakabilirsiniz.

.

"...
Malum; "uzun süre uçuruma bakar­san, uçurum da senin içine bakar."


Can Dündar

Özge DİRİK


ikincil ruhla pis-duvar buluşmaları - özge dir


on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk.
on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.

zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize.
pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık.
ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.

dahası an, tıbben ölüydü.
atık kamyonlarında mühürlü bir yürek
şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce
bir film setine emanet edilirdi belki,
korkuturdu yine bizi.

senin dünyanda vapur kalkınca
balıklar çamaşır yıkardı
içindeki hileli sayaçların aritmetiği
sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü

tırabzanlardan aşağıya
ayaklarını sallandırıp
annesine hınzır hınzır gülen o çocuk
uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi.
ama ikimiz de biliyorduk
elleri harita kadar acılı her annenin son görevi
çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti.

sağır ve dilsizler ülkesinde
kulaktan kulağa oynarken özgürlük düşün,
sigaranla aynıydı aşkının geleceği
duman hali.

şimdi biz,
yatırılmamış bir şans kuponu
pişmanlık olur en iyi ihtimalimiz.

oysa
mendil satar yine de bakardım bu kente
olsaydın içinde.

ist(a)kozyatağı

http://www.kuzeyyildizi.com/dergi/13/ikincil.ruhla.pis-duvar.bulusmalari-ozge.dir


Eylül 04, 2010

Sevim Burak - Yanık Saraylar

Sabah gözümü açmamla birlikte "yanık saraylar" geçti içimden. İlk tanıştığımda bu kitap ve yazarıyla bambaşka bir yerimin sızladığını farkettim. Alıntılara bakarken bir site de kitaba adını veren "yanık saraylar" öyküsüne rastladım. Keyifle okuyunuz :)

Yanık Saraylar

DEMİR KAPIDAN GİRDİLER
YEŞİLKÖY
YOL
KADIN
Uğraş düzeninin koridorlarından geçtiler- Artları sıra yürüdü- Odalar- Pencereler- Birbirini- Arayıp buldular- Tüm ayrıntılarıyla…
Kapılar – Anahtarlar- Kilitler -Yerine takıldı –Kuruldu- Çalışma yüzeyi.

YEŞİLKÖY
YOL
KADIN
Büyük kasalı odadan girdiler - Küçük kasalı odadan çıktılar.- Hassas, evrak katipleri- Süslü kalabalık- Aynalı koridorların içinden geçtiler - Çoğalarak yürüdüler
ZENGİN
ASİL
KİBARIZ dediler
Al bir ata binmiş genel müdür, yanındaki memur kalabalığını alıp daha da ilerilere götürdü.
KADIN
YEŞİLKÖY
TREN
Uğraş düzenine girdiler.- Çekirge’ de bir hamam- Eğridir Çarşısı’ nda bir sıra dükkan- Hazreti Yuşa Tepesi
KİBAR AKRABALAR DA YOLA ÇIKMIŞLARDIR…
Dudaklarında bir küçümseme
Et beni
İri bir
Kıl
Aynalara bakmışlardır…
MAYIS GÜNÜ – NİLÜFER – ŞEBBOY - TEVFİK BEY’İN ZEVCESİ
UZUN KİRPİKLİ KİRAZ HANIM - YÜZÜK YUTAN MUSLUK
TEVFİK BEY
Sirkeci’ ye yaklaşmışlardır - Yanık Saraylar - Alçak kollu şamdanlar - Kahve fincanı
BAHARDA YOLCULUK ETMEYİ SEVERLER
YEŞİLKÖY
YOL
KADIN
Uğraş düzenine girdiler.
UZUN – AĞIR - BİR GÜN - MAYIS GÜNÜ
NERGİSLER - FULYA TEYZE - NE YAPACAKTI?
YEŞİLKÖY - YOL - KADIN – MAYIS - GÜNÜ
Çantasında belgeleri- Tapu senedi - Makinenin başına oturdu - İşe başlamadan evvel
Bir dakika için kendini düşündü
“ SEVGİLİ KENDİM”
Yazdı- Dudaklarında acı bir gülümseme.- Uğraş düzeninin aynalarında kendine baktı-Gerçekten O,
KENDİSİ…
Hiç değişmemiş
YİRMİ YILIN DAKTİLOSU
İstemli insanların soyundan- Karanlıkta kalmış kadın yüzü – Boyasız – Sevisiz - Ölümsüz…
“ EVLADIM BEN” diye kendisini düşündü bir dakika için
Her şeyden - Uğraş düzeninden
Ayrıldı.
Kocaman dili ağzından kavis çizerekten çıktı - Havada dolaştı - Titredi
ESKİ HİKÂYELERİ anlattı
Eski soylu aileleri
Soylu kişileri
SEKSEN SEKİZ GÜNÜN DERTLERİNİ
Yeşilköy’ ü – Havuzu - Treni…
Akşamları, kendisiyle birlikte eve giren
Bir tepeyi - Bir kuleyi - Bir yolu - Denizin bir parçasını…
- Bir öğle üzeri ya saray tutuşursa? korkusuyla irkildiği anı ve başka bir gün, masanın üzerinde yarım bırakmış olduğu bir bardak çayı birlikte düşündü. Yıllar önce yaptığı neşeli bir sıçrama hareketiyle açılan çocukluk elbisesinin eteklerinden başlayarak- bahçeyi- çiçek isimlerini- Fulya Teyze’yi- Balkonu- Balkonun beyaz yüzünde kımıldayan gölgeleri- hatıra defterinde altın harflerle yazılmış unvanları- Türk Yılmaz şarkısını- Kazım Karabekir’in kırmızı siyah bayraklı bir arabayla Saray’a geldiği, yanağını okşadığı günü- Büyük kumandanların bazı sözlerini- Ali Yaver Paşa’nın iki kız evladına yazdığı “ İşte hayat işte emel, Vatan için sağlam Temel” şiirini- cenaze törenlerini- cenaze törenlerinin arkasından çıkarılan Japon işi mendilleri- gözyaşlarını- bağrışmaları- beyaz balkonun aşağı doğru sarkmasını- yanıyoruz seslerini- Saray yanıyor seslerini- su sesini- alevlerin sesini- çatırtıların, çöküşlerin sesini ve sessizliği… Kişileri yangında ölen koca bir ailenin, saltanatın, debdebenin yıkılışından sonra- tek başına kalışını- kendi ismiyle yaşama katıldığı gün SİMSİYAH DAKTİLO ÖNLÜĞÜNÜ üstüne giydiği dakikayı- aynalardaki hüzünlü görüntüsünü- sanki derinlere gömülü ANILARINI belirtiyormuş gibi acı gülümsemesini- ona ESRARLI bir güzellik veren BAKİRE BİR KIZ OLUŞUNU- ŞEREFİNİ- NAMUSUNU- yitirmeden yaşamasının kendi kendisinin ve başkalarının üstünde bıraktığı ESRARLI HAYRANLIĞI- ESRARLI HAYATINI- DÜŞÜNDÜ… Makinesinin başına geçip oturdu.
HAVUZ
FISKİYE
TREN yazdı
Gene uzun bir iş günü başlayacaktı
UZUN – AĞIR - BİR İŞ GÜNÜ - MAYIS GÜNÜ - NİLÜFERLER
ÇALIŞKAN ODACILAR birbirlerini selamladılar.
“ HOŞGELDİN EY BAHAR şarkısını söylediler...”
Uğraş düzeninin canavar düdükleri çaldı - Demir kapılar kapandı - Her şey bitmiş gibi
Koşuştu - Daktilo kızlar - Evrak katipleri - Odacılar…
Havada uçuştu - Beyaz senetler - Kopya kağıtları.
Kadın bunlardan birini havada yakalayarak makinesine geçirdi.
İskete - Cıva taşı - Balmumu
Yazdı.
Taa uzaklardan, soylu tüccarlar görünmeye başladı…
Otuz yıllık tüccarlar - Oldukça ihtiyarlamışlardı.
Her tarafta - Sığır bağırsağı - Kitre
Bol
Bol
Tüccarlar. - Çocukluğunun tüccarları…
En geride, en yaşlı bir tüccar - Aynaların önünde acemice dönüyordu - Kadını görmemiş gibi DALGINDI…
Kadınınsa onu görür görmez kalbi çıkacakmış gibi atmaya başladı
Tüyleri diken diken:
“ Baron Bahar” diye düşündü
Bu eski bir çığlıktı…
Uğraş düzenlerinin bir numaralı kurucusu
Birkaç kere – Milyoner - Erkeklerin erkeği
TAM BİR TAÇSIZ KRAL
Diye düşündü. Makinesine çift kopya kâğıt geçirerek
“ TAÇSIZ KRAL VE BEN”
yazdı.
Ayrıca TAM BİR AŞK EFSANESİ… Lakırdı söylemenin tam sırası… Diye düşündü
Aklında sinsice bir şeyler buldu. Bildiği şeyleri KENDİNE saklayacaktı:
“ SİZİ SEVİYORUM BARON BAHAR” dedi, haince. Baron Bahar, “ Bu eski şarkıdır, je vous aime beaucoup mademoiselle”
diye cevap verdi ve yumuşak bir sesle yere düştü.
Kadın yere düşen Baron Bahar’ı kaldırdı.
BANA NE SÖYLECEKSİNİZ?
Baron Bahar:
- Size söylemem gereken bazı gerçekler var, diye konuştu.
Kadın, bunları makinede yazmaya koyuldu
Konşimento – Manifesto – Çimento - Demir aksamı…
Baron Bahar’ın anlattığı şeyler tam bir hayat boyu sürdü.
DÜZ
UZUN
İNCE.
Yorgunluktan sinirleri üşümüş kadının kolu, birden omuz kemiğinden aşağı sarktı. Uğraş düzeninin korkunç makine gürültüsü durdu. Uğraş düzeninin korkunç gürültüsüne alışmış olan Baron Bahar, hayretler sessizliğin sesini dinlemeye koyuldu ve her şeyi anladı ilk kez…
SESSİZLİK
DÜZ
UZUN
İNCEYDİ
Ayrıca:
- Bu kadın kolu için yaşıyor; bense, paltom için yaşıyorum. Fakat bir HİÇ için yaşanır mı?
Diye düşündü.
Kadın yılların verdiği ustalıkla çıkan kolunu yerine taktı.

İYİCE YALNIZDI

Baron Bahar:
- Bu kadın ne jentile kadın, diye ağladı
Kadın eski bir alışkanlıkla ağlamadı.
Çantasından KENDİ DERTLERİNİ- Saray’ı- tapu senedini- kahve fincanını ve akraba fotoğraflarını çıkardı.
İYİCE DOST OLMUŞLARDI.
Baron Bahar, gözünde, yıllardan beri kendi kendine duran tek damla yaşı silerek fotoya eğildi:
- Şüphesiz güzel bir topluluktu. Şu ipek nakışlı, sofra örtüsü PEK GÜZELDİR. Ayrıca bu köprü ÇOK GÜZELDİR. Şu katedrali bilirim, GÜZELDİR…
Dedi.
Ben, oradan ayrılalı kaç yıl oldu? Çoktan beri görüşmemiştim diye düşündü.
Kadın, onun kafasından geçenlere cevap verdi:
- Hayır, Baron Bahar YEŞİLKÖY ANILARI BUNLAR
BENİM ANILARIM - BEN BU ANILARI – CANIMLA – KANIMLA - BESLEDİM
AYAKTA TUTTUM - YIKILMASINA ENGEL OLDUM - BU BOYA GETİRDİM
OKUTTUM – BÜYÜTTÜM – ÇİRKİN – GÜZEL - BENİM ÇOCUĞUM O…
SİZ KİM OLUYORSUNUZ DA
EVİMİ – BARKIMI – YIKMAK - İSTİYORSUNUZ?
BEN SİZE NE YAPTIM?
ÇALIŞTIM – ÇABALADIM – ELİMDEKİNİ – AVUCUMDAKİNİ - VERDİM
YEMEDİM – İÇMEDİM – YAŞAMADIM – EVLENMEDİM - GENÇ YAŞIMDA DUL KALDIM - KENDİ YAĞIMLA KAVRULDUM - YEŞİLKÖY YANGINLARINDA YANDIM
ANA TARAFINDAN ERMENİ KUMANDANI
ANTRANİK’E
BABA TARAFINDAN HİDİVLİ İSMAİL HAKKI BEY’E
DAYANIRIM, dedi.
“ ANILAR, İNSANLARI SEVER. ONLARI SAYARLAR
ÇOCUKLAR DA ANILARDAN KORKMAZLAR
ÇOCUK ANILARI BUNLAR”
diye ekledi.
Baron Bahar:
- Şimdi, hiç bilmediğim çocuklarla uğraşacağım. Oysa, biz de çocuk olduk bir vakitler…
Halbuki, biz de kendi havamızda yaşardık… Bizim de şarkılarımız vardı.
Biz de biliriz…
Bıraksalar…
dedi.
“ kadın elindeki fotoğrafları masanın üzerine yayarak… öndeki ince kaşlı Fulya Teyze’m – Onun yanındaki Pamuk hala’m – Pamuk Hala’mın yanındaki önündeki Faransız yenge’m – Macit Paşa Enişte’min Fransa’dan getirdiği karısı – ( ikinci resimde gene Fransız yengemi, Meşhur Adapazarı Çarkı’na dayanmış olarak görüyorsunuz) Macit Paşa Enişte’mle yirmi günlük evliymişler. Resmin üstünde “Adapazarı Çarkı’nda 20 yaşında bir İstanbul kızı” yazılı olduğu görülüyor. Bu da Fransızların, Türkleri, Türk ailelerini Macit Paşa Enişte’mi ve Türk yemeklerini ne kadar sevip benimsemiş olduğunu gösteriyor. Fransız yengemin solundaki Fulya Teyze’min Frensızca Öğretmeni Monsieur Jak, önlüklü şişman kadın Ermeni Yayacığım Arusyak’tır.”
ARUSYAK’LA MÜSYÜ JAK
MÜSYÜ JAK’LA ARUSYAK
Görüyorsunuz ki;
TAM ASİL BİR AİLE
KÖŞESİ
Diye ilave etti
“On yaşın anıları bunlar, MESELA YİRMİ YAŞIN ANILARI BAŞKADIR” Bu yaşta insan, KENDİ DÜŞÜNCELERİNİ KEŞFETMEK çin uğraşır.
Dudaklarında acı bir çizgi – Artık, parmaklıklı karyolada yatan sevimli bir kız çocuğu değildim – İlerde kuracağım yuvanın heybetini düşünüyordum- Sol elimde bir gül tutuyordum, sağ avucumun içinde boynumdan kopan madalyonumu sıkıyordum – Ellerimi sekizinci kez yıkamıştım – Gündüzden, geceyi tertemiz yatağıma, karanfil kokan yastığıma başımı koyacağım mutlu anı düşünüyordum – gece olup da mavi badanalı odamda turuncu ışıklar yandı mıydı o güne kadar el sürülmemiş oyuncaklarımı çıkarıyordum – Lekesiz ve temizdiler – Yaşları yoktu onların – Bana verilmiş her şey çekmecelerimde saklıdır – Elmaları – Üç portakalın ikisini – Sabun parçalarını – Bebeklik patiğimi – Şemsiye saplarını – Ortası delik düğün paralarını – Nikah şekerlerini saklarım – Kutulara – Paketlere – Bohçalara yerleştiririm.
AİLE KUTSAL BİR SIRDIR
SİZE BUNLARDAN BAHSEDECEK DEĞİLİM
BAZI SIRLAR AİLENİN KUTSALLIĞINI ARTTIRIR
Ayrıca:
Bir çocuk bazen bir büyüktür. Büyüdükçe ailenin benzeri olur, bu da aileyi birbirine daha çok yaklaştırır. Bana söylenen her sözü ezberliyor ödevlerimi yerine getiriyorum. Fulya Teyze’m odasından çıkmazsa acaba bir şey mi oldu? Sakın aklına kötü bir düşünce saplanmış olmasın? Üzülüp canına kıymaya kalkmasın diye kapısının önünde bekliyorum; titriyorum, anahtar deliğinden;
- Fulya Teyze, Fulya Teyze beni hatırladınız mı? Diyorum.
İçerden bir ses:
- Sen benim elime kundakta geldin, diye cevap veriyor. Öksüz bir çocuktun. Annen baban boğulmuşlardı. Zümrüt ve yakutla işlemeli baha biçilmez bir sandık içindeydin…Korkma. Artık sokakta kalmayacaksın; Ayrıca senden çok memnunum; Fakat daha çok gözüme girmeye bak, kendini sevdirmeye çalış.
BEN ÖLÜNCE - BU SARAY – ANILAR - VE KAHVE FİNCANI - SANA KALACAK…
“ Hayatın, bana ne hazırladığını bilmiyorum o zamanlar.”
Bazı kimselerin, bu yaşta, kıskanç hayatı olur.
BENİMKİ – TAM – NEŞELİ – SEVİNÇLİ - BİR HAYATTI.
“Böyle genç kızları ev halkı sevinç içinde seyreder.” Yatak odam – ellerimi yıkadığım çinili lavabo – çekmecelerimle mesut bir hayat yaşıyordum. Kim bilir kaç bedbaht genç kız benim yerimde olmak isterdi? Akşamları temiz yatağıma uzandığımda, vücudumdan bir türlü ayrılmayan ahşap parçalar Fulya Teyze’min eviydi. Ben de sarayın eşyalarından bir parça gibiydim. Hayatım bu Saray’da başladı. Fulya Teyze’m benim gözlerimi gördüğü zaman ( TAM BİR EFSANE- TAM BİR ÇOCUK MASALI) diye bağırmış. La Traviata dinliyormuş.
Ayaklarının ucunda Paris’ten diplomalı bir köpek uyuyormuş- Masanın üstünde meyveler ve çiçekler görülüyormuş – devamlı olarak haç çıkarıyormuş -
BENİMSE, NEDEN HİÇ AĞLAMADIĞIM BİR SIRDIR
BU NE FEVKALADE FELSEFE?
HAYATIMA ÜZÜLMEDİĞİM İÇİN KİM SUÇLU?
“ Bazı, ana tarafımın, ailemin, Büyük Kumandan ANTRANİK’LE nehirden geçerken boğulduklarını, ayaklarından birbirlerine kalın zincirlerle bağlı olduklarını ZAP Nehri’nin sularının, soğuk ve çok kötü olduğunu; bazen de, birkaç kişinin kurtulduğunu, beni kucaklarında taşıyıp, Fulya Teyze’ye bıraktıktan sonra tekrar nehre dönüp boğulduklarını düşünüyorum.”
NERDEN OKUDUM BUNU? - HAYATA NASIL BAŞLADIM? - NERDEN GELDİM?
BENİM İÇİN BİR SIR - O’NU KİM ÇEKTİ VURDU?
SİZ, Baron Bahar, hayatın dehşetini hiç düşünmüyorsunuz:
HER ŞEYİNİZ VAR - OTOMOBİLİNİZ - YATINIZ
7 CÜCELİ EVİNİZ – BONOLARINIZ - ÇOCUKLARINIZ
BENSE, ÖLÜMDEN KORKMAYACAK KADAR YALNIZIM.
Baron Bahar, kadını, iyiden iyiye sevmişti. “ Bu daktilo çok iyi bir daktilo; Ondan çok memnunum. Çok iyi bir daktilo bu,” diye düşündü.
Kadın, Baron Bahar’ın düşüncelerini okumuş gibi:
- Teşekkür ederim;
HAYAT HEP O HAYAT - DERTLER HEP O DERT - BU HAYATIN DERTLERİ
BİZİM DE DERTLERİMİZ
DEĞİŞEN BİZİZ - YOKSA DERTLER - BİTİP TÜKENİR - GİBİ DEĞİL
DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK
Diye ekledi
Baron Bahar: HER ŞEYİ BİLİRSİN
SEN NE BİÇİM ŞEYSİN - SEN BİR İÇİM SU GİBİ
BİR ŞEYSİN dedi: ve, başını, kadının dizlerine sürdü:
BİZİM DE DERTLERİMİZ VAR
BİZ DE DİŞ GEÇİRİRDİK
YOKSA İŞTAHIM YOK
YERDİK… diye konuşarak kadının kolunu hafifçe ısırdı. Kadın, makinesine çift kopya kağıdı geçirerek anlatmasına, ara vermeyerek devam etti. Fulya Teyze’m, Saray’ın balkonunda oturuyor bir elinde kahve fincanını tutuyor, kırmızı tırnaklı parmaklarından birini Müsyü Jak’ın burnuna doğru nazik bir şekilde sallayarak: Bana öğretmek için niye bu kelimeleri seçtiniz? LAISSEZ moi vous baisser.
Sizi gidi yaramaz çocuk sizi.
BEN - BU HAYATI – DİŞİMLE – TIRNAĞIMLA – KAZANDIM - SOKAKTA BULMADIM - YÜZ GÜN MÜCADELE ETTİM
SİZ BİR ERKEKSİNİZ - İSTEDİĞİNİZ YERDE YATABİLİRSİNİZ
BENSE - BEN - BİR CANAVAR DEĞİLİM
BİR KADINIM dedi.
BİR YAZ GÜNÜYDÜ FAKAT HER TARAF KARANLIKTI.
Fulya Teyze’m balkonunda oturuyordu. Elindeki fincanla aramda bir bağlantı oldu. Gözlerimi fincandan ayıramıyordum. Fulya Teyze’min kırmızı tırnaklarıyla fincana hafif hafif vurduğunu gördüm. Fincandan çın çın sesler çıkmaya başladı. Fincanı kırmızı tırnaklı pençelerden kurtarmak istiyordum. Çın çın çın çın. Fulya Teyze’min tırnakları, fincanın ince derisinde çizikler, yaralar açmaya başladı. Çın çın çın. Bu sesler, bahçenin her yanından duyulmaya başladı. Fincan, beni çağırıyor, sesleniyor, onu alamıyordum Fulya Teyze’den.
O, canlı bir varlıktı
O, tılsımlı bir oyuncaktı
Çocukluk günlerimin sesiydi
Çocukluğumun en büyük hastalığıydı…
Fincanı bana ver- fincan – fincan – diye bağırıyordum.
Fulya Teyze’m duymuyordu.
Günlerce, Fulya Teyze’min anlamadığı bir dil konuşmaya başladım.
FA ÜSTÜN FA
FİN ÜSTÜN FİN
CAN ÜSTÜN CAN
TOP ÜSTÜN TOP
Kırk gün – Eşyalarla – Kiremitlerle – Taşlarla – Kuşlarla – Konuştum. Küçük kuşların havada uçuşması acıklıydı – Fincan hala Fulya Teyze’min parmakları arasındaydı – Fincanı almak için, Fulya Teyze’min ölmesini bekledim.
HER ŞEYDEN EVVEL TERBİYE MESELESİ…SİZ BARON BAHAR
SOYLU BİR KİŞİSİNİZ
72 MİLLETİN ÜSTÜNDESİNİZ
BANKADA PARANIZ VAR
FAİZLE PARA VERİYORSUNUZ
SİZİ TEBRİK EDERİM dedi.
Baron Bahar, bu kadının gözü yükseklerde, benimse gözüm görmüyor. BİZİM DE İŞLERİMİZ VAR ALMANYA’DA diye düşündü.
Kadın, makinesine çift kopya kağıt taktı, yazarak, anlatmasına devam etti.
“ SEVGİLİ OYUNCAKLARIM - PAMUK HALA’M - ÜÇ PORTAKALIM - YAYACIĞIM
KUTULARIM - BEBEKLİK PATİĞİM - KRALİÇE BİÇİMİNDE ŞAPKAM ANAHTARLARIM – PENCERELERİM - ODAM ELVEDA BEN GELİNCEYE KADAR USLU OTURUN - SAKIN YARAMAZLIK YAPMAYIN
SAHİBİNİZİN UFAK BİR İŞİ VAR DEDİM ÖLÜM.”
BİR GÜN EVVELİNDEN HAZIRLIKLIYDIM - YÜRÜMEYE BAŞLADIM - GÜZEL BİR GÜNDÜ- NE GÜZEL BİR GÜNDÜ - BAŞTAN BAŞA YENİ BİR ÜLKEYE GİRER GİBİYDİM
DÜZ VE EĞRİ BÜTÜN ÇİZGİLERDEN GEÇTİM. SARAY’A DOĞRU YOLLAR GİTTİKÇE BEYAZLAŞMAYA BAŞLADI. FULYA TEYZE’MİN OTURDUĞU BALKONA KADAR UZUN BİR TEBEŞİR ÇİZGİSİ ÜSTÜNDEN YÜRÜYORDUM. GÜRÜLTÜLER VE ÇINLAMALAR İKİ YANIMDAN AKIYORDU. FULYA TEYZE’MİN ELİ FİNCANIN ÜSTÜNDEYDİ. FİNCANDAN ÇIKAN ÇIN-ÇIN-ÇIN SESLERLE SARAY SALLANMAYA, PARÇALANMAYA BAŞLADI. ÇIN-ÇIN-ÇIN- BU SESLERLE YEŞİLKÖY - SOKAKLAR - VE – BEN – BİRLİKTE – AĞIR – AĞIR - SALLANIYORDUK
YIKIK DUVARLAR BÜYÜK ÇUKURLARDAN GEÇTİM.
DÖRT BİR YANINDAN ALEV ALMIŞ BALKON,
BAĞIRIŞMALAR ARASINDA AŞAĞI DOĞRU SARKTI. BÜTÜN GÜCÜMLE YERE OTURUP FULYA TEYZE, FULYA TEYZE! DİYE BAĞIRDIM - BİR HİÇ İÇİN İNSAN ÖLDÜRÜLÜR MÜ?
-BİRİ FİNCANDI
-BİRİYSE İNSAN
Baron Bahar – MEMLEKETTE FELAKET Mİ VAR? ACABA HANGİ KENT’TEYİM?
Rome
Paris
Zurich?
Baron Bahar Fift Avenue’ye saptı – Karşısına hayatında ilk kez gördüğü bir başka cadde çıktı – Oradan hiç bilmediği bir başka caddeye saptı – Önüne başka bir cadde çıktı – “Gitgide yok oluyorum.” Diye düşündü. Ve bilmediği başka bir caddeye doğru koşmaya başladı.

Anadoluhisarı, 1963



Yazı http://forum.mevsimsiz.net/index.php?showtopic=13108 adresinden alınmıştır.

The Duke Spirit - Sovereign

Güzel bir gecenin ardından aklımda en çok kalan şarkı bu oldu.



Link: http://www.youtube.com/watch?v=yZ9yf5IQG58

Eylül 02, 2010

Nilgün Marmara - Kırmızı Kahverengi Defter

"hayatın neresinden dönülse kârdır"

Uyandığımdan beri aklım Nilgün Marmara'da. Nereden geldi bende bilmiyorum ama en son "ti" ile baya oldu konuşalı. Kitabını bulamadığından yakınmıştı, bende bir dönem bakıp arayarak geçirmiştim. Bugün yeniden internet başında verdiğim savaş sonucu bulamadım. Yarın bir de akmar'daki kitapçımızla konuşucam. Belki içlerinden birisi bulabilir, şansa. Bahsettiğim kitap "kırmızı kahverengi defter". Yayınevine de ulaşamadım. Hoş, yayınlamadıkları ortada ama en azından bir şans var mı bilmek iyi gelebilirdi bünyeme. Sonra bakalım kimler severmiş derken bir blogta bulduğum ama en güzel alıntılardan birisi olan bölümü izinle paylaşmak istiyorum. Alıntı yaptığım blogu'da izlemenizi öneririm.

Blog adresi: http://cokkonustunsimdiyaz.blogspot.com

Yeryüzündeki aşk olasılığı ve süreci de karıncaların karşılaşmaları ve yaklaşık 10 saniye birbirlerine dokunmaları oranında.Ne zavallılık!

Bir yaşamın düşe eklenmesiyle bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiç bir ayrımı yok.
Bir de körler var kuşkusuz,kuşsuz.Hep karanlıkta düşünürler.
Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?
Başkaldırılmış düşünce bedenin aşık olurluğundan başka ne?

Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden kendimi bulamıyorum. Dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...

Kapı kimin üzerine kapatılıyorsa, o, dışarıda kalanın değildir.

Ah! yüzüne düşkün bazı kimseler vardır ve durumun böyle olması hiç de tuhaf değildir. Düşkündürler yüzlerine ve hayat kendi gözlerine bakar, yüzlerinden fışkıran kalemlerle! Ve yine de düşkündürler ölüme, yüz görümüyle, ölüme! Acı mı? Değil!Bir tapınma biçimi yalnızca kürke!!

Ölürken kahkahamı ona bırakacağım.

Kırmızı Kahverengi Defter/ Nilgün Marmara

Pj Harvey- Dancer

Sözlerine aldırmadan sadece dinlemek ve hissettirdiği kadarını almak...