Mart 31, 2010

Bazen gerek-ir.

Çalışmalarını seviyorum ve bugün bunları görünce artık bir kaçını paylaşmak istedim. Ayrıntılı galeri gezintisi için http://berkozturk.deviantart.com/ ziyaret edin ;)



orjinal boyut için resme tıklayın ve resmin içindeki yazıları da okuyun :)

orjinal boyut için resme tıklayın (again :) )

Mart 28, 2010

Marina Gallardo

Orjinal kayıt değil ama canlı ve oldukça temiz bir kayıt. Sesini St. Vincent'tan sonra sevdiklerim arasında tutacağım bir vokal. Tanışmanızı istedim.



Albümü 2008 yılında Working To Speak adıyla çıkmıştır. Ben albümde "waved in the tree" şarkısına da takıldım. Albüm kapağı da oldukça güzel.

Diğer şarkıları ve kendisini için :
www.myspace.com/marinagallardo

www.marinagallardo.com adresleri ziyaret edilebilir. Bir kaç videosu 'da mevcut.

Albüm: http://www.megaupload.com/?d=HXP0U7X5 adresinden indirilebilir.

Keyifle..

Mart 25, 2010

Dünya Saati ( Earth Hour)



Dünya Saati ( Earth Hour) nedir?

Dünya Saati (Earth Hour) hareketi ilk kez Mart 2007’de WWF- Avusturalya’nın önderliğinde Sidney kentinde başladı ve 2008 yılında küresel bir kampanyaya dönüştü. 28 Mart 2009 günü; dünya çapında milyonlarca insan, küresel iklim değişikliği üzerinde basit bir hareketle fark yaratılabileceğini sembolik ve görsel bir mesajla duyurmak için bir saat boyunca ışıklarını kapadı. Toplamda 88 ülkede 4.000 şehir ışıklarını kapatarak kampanyaya destek verdi.
Kampanya kapsamında 1 saat boyunca ışıkları kapatılan ve ülkelerinin semboli olan binalar arasında Avusturalya’da Sdyney Opera binası, Çin’de Kuş Yuvası Stdayumu, Mısır’da Gize piramitleri, Fransa’da Eyfel Kulesi ve Amerika’da Empire State binasıdır.
Dünya Saati 2010
27 Mart 2010 Cumartesi günü 20:30-21:30 saatleri arasında gerçekleştirilecek olan Dünya Saati kampanyası bu sene 100'den fazla ülkede 1 milyar insana ulaşmayı hedefliyor.
Bireylerin, şirketlerin, belediyelerin, devlet kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının bir araya geleceği kampanya kapsamında bu sene Boğaziçi Köprüsünün güvenlik harici aydınlatmaları bir saatliğine kapanacak...

www.wwf.org.tr

Mart 23, 2010

Tiyatro mola / Resimli Osmanlı Tarihi

Arkadaşımın rol aldığı bir oyun. Meraklılarına duyurulur...



GÜLDÜRÜ / II PERDE

Dün bugünü yaratır, yarını da bugün...

Yıllardan 1960, aylardan Mayıs...


Ankara'da, Meşrutiyet Caddesi ile Mithat Paşa Caddesi'nin kesiştiği yerde, bir bodrum katında, eşi Mahmure ve oğlu Orhan'la normal hayatını sürdüren arşiv memuru Vakıf Bey'in, okumakta olduğu bir kitaptan dolayı içine düştüğü trajikomik durumları tek tek anlatan, eşinin yaşadığı inanılmaz karakter değişimini gözönüne seren, tarihten bugüne kadar değişmeyen birçok şeyin var olduğunun altını mizah, dans ve mini konser tadıyla çizen tarihi komedi...

OYUN TARİHLERİ

14 MART 19:00
21 MART 18:00
04 NİSAN 16:00
11 NİSAN 16:00
18 NİSAN 16:00
25 NİSAN 16:00


Ne yapar ne ederler ayrıntısı için :
http://www.tiyatromola.com


Mart 16, 2010

The Black Heart Procession - The Letter



Şarkı bana geldikten sonra ne kadar uzun süre uyur- uyanık bu melodiyi duyacağımı düşündüm... En iyisi bu ruh halini paylaşmak olmalı...

Mart 15, 2010

pazartesiyi pazar sanan ya da pazarı pazartesiye ertelenmiş ruhumun karmaşası...

Süper bir haftasonu geçirmediğimden olsa gerek; uyanmak için beni tırtıklayan kedi ve durmaksızın çalan alarma karşılık inatla ve en son hamlede arkamı dönerek uyumaya devam etmek istedim. Tabi ki sevenimin çok olmasından değil ama servis şoförünün “nerdesin uleeen”aramasından sonra uyanmak ve kapalı zihnimi açarak günün pazartesi –herşeyden öte bir iş günü- olduğu gerçeğini kabul etmek durumunda kaldım. Bahsedeceğim pazartesi sendromu değil. - Bunu benim anlatmama gerek yok, bilimsel olarak, yaşamsal olarak, insansal olarak kanıtlanmış gerçekleri bir daha bir daha anlatmak yersiz- Hazır servisi kaçırmış ve bir sonraki servis içinde karşı kıyıya doğru yol almam lazımken yaptığım beşiktaş yolculuğu ve içinde kalan “ben” bahis konusu olan.

Evet, evden çıkıp sahile kadar ki sıkıcı trafik anları dışında kalan kısmında, hem çok zamandır karşıya geçmememin nedeni hem de sabah erken saat olmasından dolayı, soğuğa aldırmadan motorun üst katında oturdum. Benim gibi 3-5 kişi daha vardı, genelde herkes soğuktan kaçmak adına 100 kişilik yerde 200 kişi olarak bekleşiyordu. O sıkışıklığı da bünyem ve boş midem kaldırmayacaktı alışkın olmadığından.
Gelen hafif titreme nöbetlerime aldırmadan, muşambadan bozma cam görüntünün ertesinde güneşi izledim uzun uzun.. Özlemiştim bir yaz çocuğu olarak. Sonrası yine arabalar, insan gürültüsü ve cazur cuzur bir trafik.


Denizde bir an durduk. Sanırım büyükçe bir gemi geçiyordu. Bedenimi çok hareket ettirmek istemediğimden bakmadım, zaten eninde sonunda yola devam edeceğimizden umursamadımda. Durduğumuz an birden içimden ne kadar kalsak sıkılmam bu sessizlikten diye geçirdim. Aynı sesi geçtiğimiz haftalarda adaya gittiğimizde de duymuştum. Denizin üstündesin, yarım bir şehirde, duyabileceğin sadece doğaya dair sesler – kuş sesleri, ağaç dallarıın sesleri, sokaktaki her tür hayvanın oyun sesleri, balıkların ara sıra dışarıya bakmak için zıpladığı anlar belki bir yunusa bile denk gelebilirim şanslıysam, dalga sesleri, köpüren kumların sesleri, geriye doğru çekildikçe çakıl taşlarından geçen suyun sesi................ çok az insan sesi...............

Şehir insanı bir çok şeye alışkınlığından vazgeçemiyor. Bunu biliyorum. Ya delirmesi gerekiyor ya da koşarak kaçacak nedenlere ihtiyacı oluyor. Sebepsiz yere ben gittim burdayım diyen bir tanıdığım henüz olmadı.

Peki benim gidişim neye dayanacak diye merak ettim endişeyle. Acaba bir nedene dayanmalı mıyım bende? Yoksa bunu yıkacak bir çözüm bulursam nedenim bu olabilir mi? Durmaksızın gitmekten bahsederken aslında hiç gidemeyeceğimi hissettiğimden mi yoksa bir neden aradığımdan mı saçmalıyorum?...................
Bu kadar çok soruyla hareket etmemin mümkün olmadığını da biliyorum.....

Foto: http://complejo.deviantart.com/

Mart 03, 2010

...

"Bir insan nefesini tutarak ne kadar sürede ölebilir?"

Böyle bir replik vardı izlediğim filmde. Hangisi anımsamıyorum şu anda. Son zamanlarda o kadar çok film izledim ki, ne için olduğunu bile unutacak kadar fazla.

Bu fotoğrafa uzun zamandır bakıyorum. Her sabah bununla güne başlıyorum. Sonrasında bir aralık bunun için karalamalıyım birşeyler dedim ama yine ertelenmiş oldu-şimdiye kadar-. O kadar çok şeyi erteliyorum ve bunun benim için büyük bir zaman kaybı olduğunu da biliyorum. Kaybettiğim hiçbirşeyin geri dönüşümü olmadığı gibi. İnsanların geri dönüşüm kutusu var mıdır?

Fotoğrafta gördüğümün ne olduğunu henüz bilmiyorum ama bu sabah baktığımda girişteki replik aklıma geldi. Ardından da kendi iç sesimden gelen soru:
-Yalnızlık gerçekten soğutur mu?

Photo: http://sooper-deviant.deviantart.com/

Mart 01, 2010

Ucu kırık kalemler


Bazen hiç tanımadığımız bir insanı; onun sizden uzakta geçen zamanını belirleyen kişi olduğunuzu fark edersiniz. Bu aslında sanatın ve bir yumak haline gelmiş sorunlarınızın neticesidir. İçe dönük hayatınızın ve uslanmaz dilinizin size kazandırdığı parlak tecrübe...

Bu insanlar kalbinize ulaşacakları her cereyanı ağır hasta olarak yanlarında taşırlar. Tapınılacak yalnızlıklarına ortak bulmuşlardır. Bir fotoğraf ya da bir şiirle yaşarlar.İşin en kötü tarafı acıyarak ya da acıtarak sevmeyi öğrendiklerinden dikkat ve zekaküpüdürler. Onlara dokunmayı, teselli verici birkaç sözcüğü bulana dek duygular aşk noktasına doğru atak yapar. Gördüklerine sahip olmayı arzulayan çırpınışları sessiz yanıtlar olarak karşılarsınız.

Bazen cesaret verici olaylar olur. Kuru teşekkürünüzden daha fazlasını katarsınız sözcüklere. Bir başkasının kalbini dolduran heyecanlara açık kapı bırakırsınız. Ama bu sizi çocuksu talebinizden başka bir şey değildir. Karşılaşmak. Hayat boyu taşıyacağınız yeni bir işaret bulduğunuzu sanmak.
O zaman işler karmakarışık olur. Görüldüğü kadar kolay değildir içinizdeki kırgınlığı bağışlamak. "Yapmamalıydım" dersiniz. Perdeleri açmamalıydım.

Bazı yolculuklara dönüşler düşünülmeden çıkılır. O bazı yolculuklara her gün çıkarsınız.
Tanrının yabancılıkla ödüllendirdiği çocukluğunuzla yan yana yürürsünüz. Çimenlere iliştirilmiş yazıyı dikkatle okursunuz “Çiçek Dalında Güzeldir.”

Bazen hiçbir şey olmaz. Kimse yaralarıyla inleyen şiiri görmez. Sesi olmayan bir kapının kapandığını fark edersiniz. Umursamazlığınızı bir jilet gibi yanınızda taşırsınız. İkon tarzı duruşunuz ve sertliğiniz konuşulur. Başkalarının cesaretini kıran tarzınız, tanımadığınız insanların düşlerine gömülür. Size ellerindeki adresler ve şiirlerle ulaşamazlar. En başından kaybettiklerini düşünürler. Gerçeğiniz karşısında yalancı ve çocukturlar.

Bazen dostluk ya da aşk yerin savaşla tanışırsınız. Onlar kalplerini, zekalarıyla donattıkları bir savaş alanına dönüştürürler. Birdenbire kendinizi gardınızı almış bulursunuz. İki kişilik savaşın nasıl ve hangi nedenlerle başladığı bilinmez. Güçlü kadın imajından kuşkulanırsınız. Böyle durumlarda saçma da olsa bir nedene ihtiyacınız vardır. En yakın dostunuz kahvesini yudumlarken bu nedeni söyleyiverir. Sinirden yeni silahlar, yeni ve ağır karşılıklar bulmak için harekete geçersiniz. Oyuna gelirsiniz. Kaybetmeye alışık olduğunuzu unutursunuz. Nefretten doğacak aşkı beklersiniz. Nefret büyür aşk onun gerisinde kalır.

Bazen göz yaşlarınıza değen birini bulursunuz. Silik bir anıdan içinizi saran hayaller yaratırlar. Kaybolmalarından, yiyecekleri darbelerin onları sıradanlaştırmasından korkarsınız. Başlayamamaktan ya da bitirememekten, gülümserken sakladıklarınızdan, elinizde kalanların boşluğundan, yeri doldurulamaz vedalardan çekinirsiniz. Yine de parlak tecrübelerinizi unutup derinlere dalacak cesareti ve deliliği yakalarsınız.

Ucu kırık kalemleri sırf bu yüzden saklarsınız...
27 Nisan 2004

Umay Umay