Aralık 10, 2010

Gustave Flaubert - Bir Delinin Anıları

Bir hafta kadar önce alıp okuma şansım oldu. Bir kaç sefer kitap gezi günlerimde denk gelmiştim ama hep sonraya ertelediklerimdendi. Flaubert'i hiç okumamıştım. Madam Bovary'i sıkça duyuyordum ama önceliği bu kitabına verdiğim için hiç pişman olmadım.
Bir delinin anıları yazarın 17 yaşında kaleme aldığı bir gençlik eseri olarak tanıtılsa da hiç de hafife alınacak bir kitap değil. Sel yayınlarından mart ayında çıkmış olan kitap, çevirmenin Flaubert hakkında akıcı ve esprili bir şekilde tanıtım yazısı ile başlıyor. Kesinlikle bu kısmı da okumanızı öneririm. Yazar hakkında bir çok ayrıntıya sahip olacaksınız.
Ben kitabın içinden -tamamını yazmadım, üşengeçlik ettiğimden değil sadece devamını kitabın içinde okuyun diyerek- sevdiğim bir kısmı paylaşmak istedim.

XIX
Ah! Sonsuzluk! Sonsuzluk, devasa çukur, derin uçurumlardan, bilinmeyenin en yüksek bölgesine tırmanan sarmal; hepimizin, içinde, baş dönmesine kapılmış halde dönüp durduğumuz eski fikir, herkesin içinde taşıdığı uçurum, uçsuz bucaksız uçurum, dipsiz uçurum! İstediğimiz kadar günler boyu, geceler boyu, endişelere gark olmuş vaziyette kendi kendimize soralım:"Nedir bu kelimeler. Tanrı, Ebediyet, Sonsuzluk?" Bir ölüm rüzgarı tarafından sürüklenerek bunun içinde dönüp duruyoruz, kasırga tarafından yuvarlanan yapraklar gibi. Öyle geliyor ki, sonsuzluk bizi kuşkunun bu devasa beşiğinde sallamaktan o zaman zevk alıyor.
Mamafih kendimize hâlâ şöyle diyoruz: "Aradan yüzyıllar, binlerce yıl geçtikten sonra, her şey eskimiz olacağı zaman, orada bir sınır taşı olması gerekecek."Heyhat! Edebiyet önümüzde dikiliyor ve biz ondan korkuyoruz, bu kadar uzun sürmesi gerekecek olan şeyden korkuyoruz, biz ki o kadar az sürüyoruz.
Bu kadar uzun!
Kuşkusuz, dünya artık olmadığı zaman, o zaman yaşamayı ne çok isterdim, doğasız yaşamayı, insansız, o boşluk ne büyüklüktür! Kuşkusuz o zaman, karanlıklar olacak, eskiden dünya olmuş olan biraz yanmış kül, ve belki birkaç damla su, deniz. Tanrım! Hiçbir şey! Sadece boşluk... Sadece, enginlikte bir kefen gibi uzanan yokluk.
Ebediyet! Ebediyet! Bu her daim sürecek mi? Her daim, sonu gelmeksizin?
Ama öte taraftan, kalan olan, dünyanın kalıntılarının en küçük parçası, ölmekte olan bir yaradılışın son nefesi, boşluğun kendisi bile, var olmaktan bıkmış olacak; herşey mutlak bir yıkımı çağıracak. Bu sonu olmayan şey fikri betimizi benzimizi attırıyor, heyhat! Ve biz o şeyin içinde olacağız, şu an yaşayan bizler-ve bu enginlik hepimizi yuvarlayacak. Ne olacağız? bir hiç olacağız, bir nefes bile değil.
.............
syf: 75-76

Kitap ile ilgili çok bir yazıya da denk geldim. Okuyalım bunu da derseniz : http://www.insanokur.org/?p=17479

2 yorum: