Nisan 16, 2010

Pınar Elmasoğlu - Kasımpatı

- Ben bu blog'ta devamını oku zımbırığını yapamıyorum. Denedim ama olmadı. O yüzden uzun bir şekilde göndermek zorunda kaldım. :)

Altzine.net'in bu ay ki konusu "Paranoya" idi. Yazıların hepsi çok çok güzeldi. Bu yazı da en sevdiğim.
Diğerlerine bakmak isterseniz:
http://www.altzine.net/alttema/paranoya


Bak yine gözü üstümde…
Bütün gün camda oturup, beni izliyor bu içi geçmiş kasımpatı çiçeği... Üç aydır, yemin ederim neredeyse hiç yerinden kıpırdamadı. Necmi beyler mahalleden taşınıp da, boşalttıkları eve uzaktan akrabaları yaşlı bir kadın geliyormuş diye duyduğumda sevinmiştim. Şu genç yaşımda ben de yalnızım, anam babam da yok, bari bana kol kanat gerer, ben de onun gözü kulağı olurum demiştim içimden. Ama taşındıkları ilk günden sonra kadın pencerenin önüne gelip mıhlandı. Ne yiyor, ne içiyor, yedi gün yirmi dört saat gözü hep mahallelinin üzerinde. İlk başta bana bakmıyordur, baksa da gözü görmez ki zaten diye düşünüyordum, nadir de olsa dışarıya çıktığımda cama doğru bakıp bir gülümsüyordum filan, olur da bir tepki verir, el sallar, gözünü devirir… Çıt yok. Böylesini ne gördüm ne duydum. Hayır, öyle mahalledeki konu komşuyla da alakam yoktur benim. Hiç sevmem insanlar gelsinler, gitsinler, zamansız zamansız birbirlerinin hayatına dalıp çıksınlar. Bu yüzden buraya taşındığımızdan beri mümkün olduğunca kimseyle göz göze bakmamaya gayret ettim, olur da selam verirsin borçlu çıkarsın neme lazım. Birine selam vereceğim, sonra akşama elinde bir tabakla gelecek, maksat sırf merak. Meraklı insanları hiç sevmem, o yüzden sınır koyarım tüm çevreme. En baştan koyarım. Kime ne benden? Babamı anamı bilmezler, beni bilseler n’olacak. Tek bir arkadaşım vardı, Zülal. O da menapoza girdim galiba dediği dönemde ateş basmasından muzdarip gittiği doktorda nasıl olduğunu anlamadan hop diye konulan bir zatülcenp teşhisiyle tam üç haftadır hastaneden çıkamadı. Bir kez ziyaretine gittiğimde kapıda rastladığım sarı suratlı bir teyze, “doktora giderken iki kere düşün, bir şeyin yoksa da çıkartır bunlar!” demişti, çok doğru. Mümkün olduğunca girmem hastaneye, zaten o ziyaretimde Zülal’i de göremedim, sonra bir daha hiç göremedim. Nasıl oldu arada merak ediyorum ama merak ettiğin şeyi kafadan kovuşturacaksın ,derdi annem, öyle yapıyorum. Merak, insanın aklını istemediği şeylere çekiyor…

Fakat bu akşam manavdan dönerken kapımın eşiğinde bulduğum başı kopmuş kasımpatını görünce kanım dondu. Hayır, nerden bilecek ona Kasımpatı dediğimi derseniz, bilir o. İşi gücü beni gözlemek. Bazen apartmana giren falcı büyücü tipli kadınlar görüyorum, Allah bilir belki üstüme in cin salıyordur! Kanım dondu vallaha. Sırf bu yüzden perdeleri açmıyorum, geçen gidip Unkapanı’ndan en kalınından siyah perdeler alıp taktırdım, içeriye ışık bile sızdırmıyor. O zaman biraz rahat ettim. Arada bakıyorum perdenin kenarından gizlice, Kasımpatı yerinden kıpırdamıyor. Kimi kimsesi de yok bunun belli. Şimdi birden aklıma geldi, ölmüş olmasın? Küçükken bizim köyde sülükçü Naci dayı vardı. Oturduğu yerde ölmüş de tüm kahve ahalisi akşama kadar uyuyor diye elleşmemişti. Olur mu olur.

Bu gün evden çıkmayalı üç gün oldu. Atmaca gibi beni bekliyor camda o nemrut, bilmez miyim? Dedim bu gün çıkmasam belki unutur, camın yanından baktım azıcık, hiç kıpırdamadan böyle dik dik bakıyor eve doğru. Allahın cezası. Kapıya vurduğum iki kilit bu mendebur gibilere yetmez yarın öbür gün üstüme salınır diye, rehberden bulduğum bir çilingiri aradım, eve getirip kapıya bir asma kilit daha taktırdım ki rahat edeyim. Ama şimdi bu çilingir eve girdi diye gözüme uyku girmiyor, beni gözleyen bu kasımpatısı ister misin hakkımda mahalleliye laf çıkarsın! Gerçi yerinden kalkmıyor ki konuşsun… Gözleri kurusun inşallah. Bak yine bakıyor. Yeter ya Rabbim!

Son üç gündür evde makarna, pilav ne varsa yedim. Sevmem alışverişe çıkmayı hiç, herkes birbirinin eline koluna bakar. Ne satın aldıklarına bakarak insanlar hakkında çok şey çıkarırsın gerçi. Mesela konserve alan insanları hiç sevmem, üşengeç olurlar. Temizlik reyonunu arapsabunsuz geçen kadın gördüm mü tiksintiyle bakarım. Sırf bu yüzden kendi siyah torbamla giderim alışverişe, insanın kesesini herkesin bilmesine ne gerek var? Ne satın aldığımı görecekler, konu komşu param pulum hakkında yorum yapacaklar, sonra maazallah bir akşam kapıma biri dayanıp neyim var neyim yoksa alıp götürecek. Böyle şeylere hazırlıklı olması lazım insanın. Ben siyah torbamla giderim alışverişe neme lazım. Gerçi eve giren olsa da ne bulacak, dedemden kalma ahşap iki koltuğu mu götürecek? Onlar da iyi para eder bence ha, en son annem rahmetli olduğunda eve insan kabul etmiştim, o da sırf annemin hatırı için. O gelenlerden biri gözünü dikmiş, öyle koltuğun oymalarına baka baka iç çekmişti. Kim bilir neler düşündü karafatma kılıklı, dedemin koltuklarına göz dikti, belki benden isteyecekti, üç kuşa elimden almaya çalışacaktı. Önündeki helva tabağını hışımla çektiğim gibi çatal elimden fırladıydı, tak kadının yüzüne. “Evladım dikkat etsene” demişti mendebur mendebur, hiç yüzüne bakmadım. Birkaç dua mırıldanıp gitti, giderken de ayağını eşiğe sürttü. Kim bilir neden.. Bu hacı hoca cinsi insanlara hiç güvenilmez, bir yerinize muskadır, bir şeydir kıstırıverirler, işleri güçleri büyü, in cin. Kadının ayağını basıp gittiği yeri tam üç kova arap sabunu ile fırçaladım, yine de geçmedi kokusu. Artık at pisliği midir nedir? Bir keresinde Zülal söylemişti, büyüde en çok kullanılan şeylerden biri at pisliğidir demişti, o insanın evine kimse girmesin, kapısını çalan olmasın diye kapıya sürülürmüş. Neyse, korkmadım bundan. Zaten eve kimseyi almam ki ben, kapımdan sinek giremez. Erkek dişi farketmez.

Bu gün çok yağmur yağdı. Romatizmaları sızlamıştır da kalkmıştır diye bir ümit perdeyi araladım, Kasımpatı yine orada oturuyor! Delici bakışları hep üstümde. Gözü çıksın. Artık bir şey yapmam lazım diye düşündüm, itfaiyeyi aradım. Hani ağaçta kedi köpek kalınca arıyor ya insanlar, ben de bu Kasımpatı için arıyorum, gelsinler indirsinler onu oradan. Karşıma çıkan adama “karşı camda teyze kaldı” dedim, ama adam anlamadı, daha fazla da konuşamadım. On saniyeden fazla konuşursan, karşı taraf numarandan ikamet yerini belirleyebiliyor, bir filmde gördüm öyle aletler var. Yerimi bilirlerse kapıma dayanırlar, hırlısı var hırsızı var. Hemen kapattım telefonu. Bazen günler geçiyor hiç konuşmuyorum. O zaman bazen kendi kendime oturup yüksek sesle konuşmaya çalışıyorum ki sesime iyice yabancı kalmayayım. Şarkı söylemek istiyorum ama uzun zaman konuşmayınca şarkı da söyleyemiyor insan. Zaten aklıma bir şarkı türkü de gelmiyor. Bu gün dışarı çıkmam lazım. Kasımpatı görmeden çıkmam lazım. Yiyecek bir şey kalmadı, o bir yana arapsabunum da bitti bitiyor.

Annemden kalma uzun pardesuyu buldum dolabın köşesinde. Köşe sehpasına örtü diye kullandığım bordo şalı da başıma doladım iyice. Yüzüm yerde olsun ki bu Kasımpatı tanımasın beni, sansın ki evden başka biri çıkıyor. Hem yalnız bilinmemek de iyi bir şey. Bir yandan belli ki yirmi dört saat gözlüyor beni, hiç kıpırdamadan, biliyordur kim giriyor kim çıkıyor. Neyse belki de bunaktır, hiçbir şey hatırlamadığından durmadan bakıyordur, bir gördüğünü hemen unutuyordur. Tabi ya! Bunu nasıl daha önce düşünmedim! Kadın bunak! Ah canım, birden içim ezildi şimdi. Sağlığını kaybeden insana acımam, aklını kaybedene acıdığım kadar. Zavallı kadın, demek bunamış. Demek gördüğünü hatırlamıyor… Ben de ne kötü biriyim. Günlerdir hakkında kötü kötü konuşup durdum. Bir yolunu bulsam da iki el etsem. Belli ki o da yalnız, benim gibi. Belki de korkuyor, o yüzden durmadan geleni gideni gözlüyor o da. Canım, yazık. Şimdi aklıma rahmetli babanem geldi…

Kapıyı çekip çıktım. Çıkmamla ayağımın kenarından bir kakalak merdiven altına doğru fırlayıverdi. Bir yerde duymuştum, alıcı verici yerleştiriyorlar bu hayvanların üstüne, bedenleri uygun, en küçüğü nah bu baş parmağım kadar. Hani zorlasan uyuşturucu kaçakçısı yaparsın bu hayvanları. Bu kakalak meselesinden kıllandım şimdi. Neyse..


Halen orada. Camda oturup duruyor. Perde biraz çekilmiş, yüzünü göremiyorum ama orada belli. Yine kıpırdamıyor. Bir ara içeride bir hareket oldu sanki, şöyle hafifçe el kaldırayım dedim, karşı dükkanın camından önce kendi yansımamı gördüm, sonra da berber Seyfi’nin kabak kafasını. Hemen yüzümü indirip hızlı hızlı yürüdüm, neme lazım. Bir de Seyfi’yle adım çıkar Rabbim korusun. Zamanında istemişti zaten beni. Rahmetli annem “eli ustura tutan adama varmayacaksın!” demişti, “berber de olsa!”. Zaten başka kimin eli ustura tutar ki demiştim, annem de “eli bıçak tutan adama varmayacaksın işte!” demişti. “Doktor da olsa, kasap da olsa... İnsanın cinnet anları vardır, üç çocuğunu doğrayan herifleri görmüyor musun” demişti. Haklı. Şimdi bu kabak kafalı Seyfi’nin karısı olsam, gözüme uyku girmezdi geceleri. Ya kalkıp da boynuma tutsa o usturayı? Tüylerim diken diken oldu şimdi. Hayırlısı olmuş, evet dememişim...

Hızlı hızlı yürüyeyim de kimse ile göz göze gelmeyeyim. Bir an önce üç beş öteberiyi alıp eve gireyim. Acaba beni kimse tanımış mıdır? Akşama bir yolunu bulup, Kasımpatı teyzeyi oradan, oturduğu pencere önünden kurtarmalıyım. Kim bilir, belki de eli kolu bağlı zavallının… Belki işkenceci bir gelini var, kadını bütün gün eve bağlayıp kapı dışarı salmıyorlar, o da öyle camdan bakıyor zavallıcık. Hızlı yürürken bir yandan da son dakikada akıl edip çorabın üst lastiğine sıkıştırıverdiğim meyve bıçağı kayıp düşüverirse diye ödüm kopuyor. Neden aldım ki bunu yanıma, deli miyim? Ama olsun, belli mi olur, böyle evden yalnız çıkan kadınları köşede bucakta sıkıştırıp neyi var neyi yok alıp giden manyaklar var. Hayır, sadece paraları alsalar iyi! Yürürken de batıyor, acıtıyor bir yandan… Bir an önce gidip gelsem şu markete de kurtulsam. Mahallede de kazmışlar her yeri, insan düşüp kafasını kıracak. Yıllar önce çok karlı bir günde elektrik direği çukuruna düşmüştüm, daha dün gibi hatırlıyorum. Annem kasaba yollamıştı, her yer bembeyaz... Bir anda kendimi tek bacak içeride bir çukurda bulmuştum, altta kalan bacağım üç yerden kırılmıştı. O günden beridir hep yere baka baka yürürüm, zaten dost başa düşman ayağa bakar derler. Bu söz de buraya uymadı şimdi, aklıma ilkokul öğretmenim Gülveren hanım geldi rahmetli. Kolunda bilezikleri şıngırdata şıngırdata asılırdı kulaklarımızdan nur içinde yatsın. Sırf kulak memem baştan sona yırtılır diye korkumdan hiç küpe takmadım ben. Babanemin alkol ve buzla delip iplik geçirdiği kulak delikleri de kapandı zaten yıllar oldu. Bir ara yine özendim, vazgeçtim. Daha doğrusu Zülal vazgeçirdi, tetanoz olursun dedi, haklı. Bu zamanda mikropla paranın kimde olduğu belli değil. Bu cümle güzel oldu, keşke rahmetlik hocam duysaydı. İlkokuldan sonra hiç okumadım ben, annem “kafanı doldurma kitapla, kız kısmısı kafasını hayra yormalı” derdi. Okumam iyidir yine de ama. Arada bir, kapıcı Süleyman efendinin apartmandan topladığı gazetelere şöyle bir göz atıyorum, ellemeden. Milletin pis elinin değdiği, merdivende birikmiş isli gazeteleri elime alacak değilim ya, önümde ne açıksa onu okuyorum. Bazen ilk sayfa, bazen bir magazin haberinin yarısı denk geliyor ama yetiyor bana. Zaten dünyada ne olup bittiğini izleyecek hali mi var, işim başımdan aşkın…

Şu marketlerde de raflar ne uzun. Hiç hoşuma gitmiyor, temizlik rafına yürüyene kadar iki mahalle aşağı iniyorsun resmen. Market değil sanki çocuk parkı. Analar babalar bırakmış, çocuklar etrafta cirit atıyor. Şimdi bir tanesinin bacağına saplasam bıçağı… Tövbe Rabbime neler diyorum! Kendini korumak ayrı, saldırmak ayrı, bir kungfucu asla saldırmaz. En son televizyonda bir filminden duydum bunu, çok da hoşuma gitti. Nefsi müdafaa mubah bir şey sonuçta. Evdeki televizyonu kabloya bağlamıyorum, diyorlar ki kablodan evi dinlemek hatta bazen görüntülemek bile mümkünmüş. Tepesindeki anten ne çekerse onu izlerim, o da günde iki saat. Bazen kaptırdığım oluyor, bir keresinde karlı ekran görüntüsünün içinde sanki gerçekten eve bakan birilerini gördüm. Geçenlerde Unkapanı’ndan aldığım perdelik kumaştan bir tane de televizyon örtüsü diktim şimdi örtülü tutuyorum, sesi de yetiyor. Eskiden televizyon mu vardı?

Rafın diğer yanından bir çift göz bana mı bakıyor ne? Kasımpatı üstüme adam mı salmış? Salmıştır bunak.. Beni izletiyor yemin ederim.. Adamın gözleri beni izliyor.. Kafamı hemen yere indirdim, ama ayak seslerinden anlıyorum peşimde olduğunu.. Bu örtüde amma terletti, sehpanın üstünde serili dururken geçen üstüne dökülen gül suyu buharlaştıkça üstümden sanki dumanı tütüyor... Bayılacak gibiyim. Bu gül suyu kokusu aklıma rahmetli annemin su muhallebilerini getirdi. Babam çok severmiş. Neyse...

Kasada şimdi nasıl yapsam? Tek elimle düşmesin diye bacağımda tututuğum bıçak elimi bırakırsam düşüverecek gibi, bir yandan siyah torbamı da cebimden çıkarmam lazım. En iyisi şu köşede halledeyim işimi. O adam peşimden mi geliyor ne? Polis mi, polis mi o? Bıçağı farketti! Ah ben ne talihsiz kızım, bu genç yaşta hapislerde çürüyeceğim. Hem de nefsi müdafa için, hem de boş yere. Adam bıçağı kesin farketti, belki market güvenliğidir... Şurada salçaların durduğu rafın yanındaki kuytuya sineyim. Çorabımı düzeltiyormuş gibi usturupluca dayanıp torbayı çıkarırım olur biter. Bıçağın yeri de daha iyi şimdi. Hızlı yürüyüp çıkayım şuradan hemen.

Kasiyer kız suratıma dik dik baktı çıkarken. Gözlerimi yere indirdim. Önceden tembihli oluyor bunlar, geleni gideni kolluyorlar. Zaten kameralar da var. Kameralar... Hiç aklıma gelmemişti, şimdi o kameralar beni de kaydetmiştir. Daha önce market kayıtlarını parayla satın alıp insanları seyreden sapıklar olduğunu duymuştum, bu yüzden örtünmekle de iyi ettim sanırım. Acaba artık örtünsem mi? Zaten dinen de gerekli, bu yaşa kadar böyle gezdiğim kabahat. Gezmiyorum ki bir yandan da..

Şu çukuru da atlattık, berber Seyfi’de geçerken dönüp bakmadı. Kasımpatı teyzenin camının altına gideyim, açıkça bakıp bir el edeyim. Gören de görsün yeter, insanlık öldü mü? Penceresinin tam önünde heyyula bir saksı var, ha devrildi ha devrilecek, rüzgar da var... Kafama devrilse kesin ölü..

...İşte öldüm. Kesin öldüm!.

Etraf kalabalık, sesler var.. Abdestim de yok, kesin cehenneme gidicem, Allahım nolur amel defterimdeki iyi şeyleri üstte tut!. Son gördüğüm saksının yuvarlanışıydı, o Kasımpatı yuvarladı biliyorum.. Ölürken insanın hayatı film şeridi gibi gözünün önünde geçer derler, benden bir şey geçmedi daha bekliyorum, vücudum tüy gibi hafif, bacağımda bir acı var ama nerden.. Ölünce acı hissedilir mi diye düşünürdüm hep, hissediliyormuş... Belli ki daha havalanmadı ruhum... Azrail efendimizi de görmedim, acaba ne zaman gelecek. Kelime-i şahadet getirmeyi unuttum, şimdi getirsem sayılır mı acaba... Başlayayım diyorum ama aklıma bir lazın mezar taşı geldi gitmiyor;

“hastayım dedim hastayım dedim inanmadinuz, aha bakın şimdi ne oldi?”

3 yorum:

  1. her kesin paranoyaları vardır,birde herkesin ortak paranoyası vardır bu da ölümdür gerisi boştur,insanları kandırmk,yönlendirmek ve yönetmek bu paranoyayla mümkün olmuştur.usta yazıyı bir paranoya değilde mahalleli bir kadın dedikodusu gibi okudum,tamamen verdiğin emeğe saygıdan,fikrimi açık olarak beyan ettiğimden dolayı seni kırmışsam şimdiden özür dilerim.

    YanıtlaSil
  2. bu "devamı" meselesini biliyorum. ama hiç kullanışlı değil. sadece istediğin gönderilerde kullanamıyorsun. o kodu eklediğin zaman bütün blogun bütün gönderilerinde çıkıyor o zımbırtı. ve 3 satırlık birşey girsen bile "devamı" denen şey çıkıyor. sinir bozucu bence. istiyorsan bulayım o kodları ama tavsiye etmem.

    YanıtlaSil
  3. HÜSEYİN USTA- Kırılacak birşey göremedim, eleştiri olmalı da :))

    Eran- Ya bende baktım, denedim, sevemedim. Sanırım bu şekilde göndermek daha iyi olacak :))

    YanıtlaSil